"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

"Nizâm–ı devlet"ten "isyân–ı devlet"e

M. Latif SALİHOĞLU
09 Aralık 2011, Cuma
Devletin hantallaşan yapısını yenilemek, pörsüyüp çürümeye başlayan çarklarına yeniden işlerlik kazandırmak maksadıyla, 1793'te Nizam–ı Cedit hareketi başlatıldı.

Devletin hemen her kademesinde köklü reformlar yapılmasını hedefleyen bu hareket, zamanla ve hatta günümüzde dahi sanki sadece askerî düzenlemeden ibaretmiş gibi anlaşıldı. Böylelikle, dikkatler askerî ocaklar üzerinde yoğunlaşmaya başladı.
Oysa, Nizam–ı Cedit, bir bakıma "Nizam–ı Devlet" hükmündeydi.
Dolayısıyla, Padişah III. Selim ve onun seçmiş olduğu devlet erkânı başta olmak üzere, vizyonu geniş aydınlar ile ufku açık ulema kesimi, Nizam–ı Cedit hareket ve politikalarının başarıya ulaşmasını istiyor ve bu uğurda büyük gayret sarf ediyordu.
Ne var ki, buna mukabil körüklenen fitne–fesat hareketi de dinmek, durmak bilmiyordu.
Fitnenin kol gezdiği yerlerin başında ise, ne yazık ki gizli komitelerin içine sızdığı Yeniçeri Ocağı geliyordu.
1807 senesine gelindiğinde, Ocak, fokur fokur kaynamaya başlamıştı.

Nizam–ı Cedit Ordusunun merkezi, bugün hâlâ kullanılmakta olan Üsküdar'daki Selimiye Kışlasıydı.
 
Yeniçeri, yeniliğe karşı

Mazide büyük fetihlerde bulunan, muazzam zaferlere imza atan, savaş meydanlarında düşmanın korkulu rüyâsı olan Yeniçeri ordusu, 1800'lü yılların başı itibariyle, bir fecî âkıbete doğru adeta sürüklenir hâle gelmişti.
Beş asırlık ömre sahip bu şanlı Ocağın içinde çürüme, bozulma emareleri görünürken, hariçten de bozgunculuk ateşi alevlendirilmeye çalışılıyordu.
Kısaca, kendisi için bir yenilenme ihtiyacının artık zaruri hale geldiği Yeniçeri Ocağı, iç ve dış kaynaklı fitnelere alet olduğu için, yapılan bütün yenilikleri engellemeye çalışan muarız bir unsura dönüşmüş gibiydi.
Sultan III. Selim zamanındaki Yeniçeri Ocağının genel tablosuna bakıldığında, şu hususlar bilhassa dikkat çekiyor:
* Askerler, sefere gitmede, savaşa katılmada eskisi kadar istekli görünmüyor. Katıldığı savaşlarda da, çoğu kez hezimet yaşanıyor.
* İstanbul'daki (merkezdeki) Yeniçeri Ağaları ticaretle, Anadolu ve Rumeli'de bulunanlar ise ziraatle meşgul olmayı tercih ediyor.

* Yeniçeri subayları, hariçten yapılan menfî telkinlerin tesiri altına giriyor. Başta İngiliz, Fransız ve Rus asıllı olmak üzere, İstanbul'daki yabancı sefirler (elçiler), Yeniçeri Ağalarından bazılarını etkileyerek Ocağın fitilini sinsice ateşliyor. Osmanlı Devleti, diplomatik yollarla hangi ülke ile bir yakınlaşma içine girse, bundan kıskanan bir başka ülkenin temsilcileri kendi menfaatleri doğrultusunda Yeniçeri askerlerini kışkırtmaya çalışıyor. Bunda da büyük ölçüde muvaffak olabiliyor.

* Yeni ve profesyonelce tâlime, büyük ve köklü düzenlemeye kendileri de tabi tutulan Yeniçeri Ocakları, kısa bir müddet sonra bu uygulamayı terk ediyor. Ardından, Nizam–ı Cedit talimlerine de karşı gelerek yapılan şu tarz propaganların etkisi altına giriyor: "Yeni tâlim şekli, kâfirlerin tâlimine benziyor. Yeni kıyafetler de gavurların libası gibi. Biz bunu kabul edemeyiz, zinhar buna razı olamayız!"

İsyan ile nizam bozuldu

Çeşitli iç ve dış unsurların birleşmesiyle, Yeniçeri'den başlayan hoşnutsuzluk havası genele yayıldı ve önemli ölçüde taban buldu.
İsyan ve ihtilâl sesleri ayyuka çıktı. Nizam–ı Cedit'e karşı ayaklanan kalabalık çetenin başına ise, Kabakçı Mustafa isminde dengesiz bir adam bulup monte edildi.
Kabakçı'nın liderliğindeki isyan hareketine, Akka yenilgisini (Lübnan, 1799) bir türlü hazmedemeyen Fransızların İstanbul'daki sefiri Sebastiani de el altından destek sağlıyordu.
Ayrıca, Sadâret Kaymakamı makamında bulunan Selanikli Köse Musa da ikili oynuyordu. Bir yandan Padişah'ı ve ordu komutanlarını teskin edecek telkinlerde bulunuyor, bir yandan da âsileri tahrik edici bir tutum sergiliyordu.
Boğaz tabyalarındaki askerlerle yamakların da iştirakiyle sayıları beş yüzü aşan isyancılar, Mayıs (1807) ayı sonlarında Sarıyer Büyükdere Çayırında toplanarak, merkeze doğru yürüyüşe geçtiler.
Levent Çifliğindeki Nizam–ı Cedit birlikleri bu kalabalığı rahatlıkla durdurup dağıtabilecekken, Köse Musa'nın araya girmesiyle hareketsiz kalındı.
İsyanın çığ gibi büyüdüğünü ve tehlikeli bir vaziyet aldığını fark eden Sultan III. Selim, yine Köse Musa'nın telkiniyle Nizam–ı Cedit ordusunu kaldırdığını bir fermânla ilân etti.
Ne var ki, âsileri durdurmak artık imkânsız hale gelmişti. Zira, Unkapanı İskelesine vardıklarında, onlara kalabalık Yeniçeri Ocağı piyadeleri de dahil olmuş ve önüne geçilmez yıkıcı bir kuvvete dönüşmüştü.
Topkapı Sarayına doğru yürüyüşe geçen ve hükûmet merkezini basan âsiler, yenilik taraftarı diye bildikleri devlet adamlarını katlettiler.
Ardından "Padişahı da istemezuuuk!" diye bağırmaya başladılar.
Bu vahim durum karşısında, yeni bir karar aşamasına geldiğini hisseden halim ve şefkatli padişah Sultan III. Selim, son çare olarak tahttan çekilmeye razı olduğunu duyurdu. (29 Mayıs 1807)
Bu kararının en mühim gerekçesi şuydu: Daha fazla kardeş kanı dökülmesin.
Böylelikle, on beş yıl önce çok büyük ümitlerle başlatılan Nizam–ı Cedit hareketi, çok hazin, kanlı ve kargaşa yüklü derin bir kırılmayla sonlanmış oldu.

Okunma Sayısı: 5614
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • özdemiroğlu

    9.12.2011 00:00:00

         Yeniçeri Ocağı’nın hantallaşmış yapısı ve fitnelere alet olması doğru olmakla beraber,reforma hevesli olan başta Sultan Selim ve erkanının da hataları olduğunu,yapılan işleri gavur icadı diyenlerin ellerine(belki de farkına varmadan) malzeme verdiklerini de nazardan uzak tutmamak gerekmez mi?Mesala,sadece reformu askerin talimi ile sınırlı tutmayıp,Nizam-ı Cedit ordusuna Avrupai tarzda setre ceket,pantolon gibi elbiseler,fitnecilerin işine yaramadı mı?

  • özdemiroğlu

    9.12.2011 00:00:00

           (2)Eleştirilerimizi yaparken sadece mağdur olanlar değil,mağdur edenlerin de ellerinde bir dane-i hakikat bulunduğunu atlamamak gerekir diye düşünüyorum.Gerek III.Selim Dönemi,II.Mahmut Dönemi,Tanzimat,Meşrutiyet....ilaahir,sonra Cumhuriyet Dönemi;reform deyince illaki,şekilcilik,kılık-kıyafet gibi ısrarların bırakın reformları,bu yenilik isteklerinin zaman zaman milletin geleceği için de felakete sebebiyet verdiğini de belirtmek yerinde olacaktır.

  • özdemiroğlu

    9.12.2011 00:00:00

        (3) Bir Osmanlı Paşası olan M. Kemal’in de inkılaplar da kıyafeti bir medeniyet meselesi gördüğünü ve Onun da(diğer istekleri ile beraber)şekilcilik ile haşir-neşir olduğu görülmektedir.Şapka Kanunu,kılık kıyafet ile ilgili düzenlemeleri bu tespiti doğrular.Şu anda okullarımızda,idarecilerin de bu konuyu illa ki vazgeçilmez bir uygulama olarak gördükleri inkar edilemez.Şekilcilik,şekilcilik,şekilcilik!Derine inmeden,yüzeysel bakışlar.Maalesef vazgeçilmez kronik bir marazdır.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı