Osmanlı’da “Nizam-ı Cedît” askerî teşkilâtı 24 Şubat 1793’te kuruldu.
Yeniçerilerin gidişatından rahatsız olan Sultan III. Selim’in emriyle, ayrıca Batı tarzında talim yapan bir Nizam-ı Cedît Ordusu teşkil edildi.
Ne var ki, Yeniçerileri isyan ettiren bu hareket, aynı zamanda padişahın da hayatına mal oldu.
* * *
Nizam–ı Cedit, bir bakıma "Nizam–ı Devlet" hükmündeydi.
Dolayısıyla, Padişah III. Selim ve onun seçmiş olduğu devlet erkânı başta olmak üzere, vizyonu geniş aydınlar ile ufku açık ulema kesimi, Nizam–ı Cedit politikalarının başarıya ulaşmasını istiyor ve bu uğurda büyük gayret sarf ediyordu.
Buna mukabil, körüklenen fitne–fesat hareketi de dinmek, durmak bilmiyordu. Fitnenin kol gezdiği yerlerin başında ise, ne yazık ki gizli komitelerin içine sızdığı Yeniçeri Ocağı geliyordu.
1807 senesine gelindiğinde, Ocak, fokur fokur kaynamaya başlamıştı.
Nizam–ı Cedit Ordusunun merkezi, bugün hâlâ kullanılmakta olan Üsküdar'daki Selimiye Kışlasıydı.
* * *
Mazide büyük fetihlerde bulunan, muazzam zaferlere imza atan, savaş meydanlarında düşmanın korkulu rüyâsı olan Yeniçeri ordusu, 1800'lü yılların başı itibariyle, bir fecî âkıbete doğru adeta sürüklenir hâle gelmişti.
Beş asırlık ömre sahip bu şanlı Ocağın içinde çürüme, bozulma emareleri görünürken, hariçten de bozgunculuk ateşi alevlendirilmeye çalışılıyordu.
Kısaca, kendisi için bir yenilenme ihtiyacının artık zarurî hale geldiği Yeniçeri Ocağı, iç ve dış kaynaklı fitnelere alet olduğu için, yapılan bütün yenilikleri engellemeye çalışan muarız bir unsura dönüşmüş gibiydi.
Sultan III. Selim zamanındaki Yeniçeri Ocağının genel tablosuna bakıldığında, şu hususların bilhassa dikkat çektiğini görüyoruz:
* Askerler, sefere gitmede, savaşa katılmada eskisi kadar istekli görünmüyor. Katıldığı savaşlarda da, çoğu kez hezimet yaşanıyor.
* İstanbul'daki (merkezdeki) Yeniçeri Ağaları ticaretle, Anadolu ve Rumeli'de bulunanlar ise ziraatle meşgul olmayı tercih ediyor.
* Yeniçeri subayları, hariçten yapılan menfî telkinlerin tesiri altına giriyor. Başta İngiliz, Fransız ve Rus asıllı olmak üzere, İstanbul'daki yabancı sefirler (elçiler), Yeniçeri Ağalarından bazılarını etkileyerek Ocağın fitilini sinsice ateşliyor.
* Osmanlı Devleti, diplomatik yollarla hangi ülke ile bir yakınlaşma içine girse, bunu kıskanan başka ülkenin temsilcileri kendi menfaatleri doğrultusunda Yeniçeri askerlerini kışkırtmaya çalışıyor. Bunda da büyük ölçüde muvaffak olabiliyor.
* Yeni ve profesyonelce tâlime, büyük ve köklü düzenlemeye kendileri de tabi tutulan Yeniçeri Ocakları, kısa bir müddet sonra bu uygulamayı terk ediyor. Ardından, Nizam–ı Cedit talimlerine de karşı gelerek yapılan şu tarz propagandaların etkisi altına giriyor: "Yeni tâlim şekli, kâfirlerin tâlimine benziyor. Yeni kıyafetler de gâvurların libası gibi. Biz bunu kabul edemeyiz, zinhar buna razı olamayız!"
Kışkırtmalarla nizâm bozuldu
Çeşitli iç ve dış unsurların birleşmesiyle, Yeniçeri'den başlayan hoşnutsuzluk havası genele yayıldı ve önemli ölçüde taban buldu.
İsyan ve ihtilâl sesleri ayyuka çıktı. Nizam–ı Cedit'e karşı ayaklanan kalabalık çetenin başına ise, Kabakçı Mustafa isminde dengesiz bir adam bulup monte edildi.
Kabakçı'nın liderliğindeki isyan hareketine, Akka yenilgisini (Lübnan, 1799) bir türlü hazmedemeyen Fransızların İstanbul'daki sefiri Sebastiani de el altından destek sağlıyordu.
Ayrıca, Sadâret Kaymakamı makamında bulunan Selanikli Köse Musa da ikili oynuyordu. Bir yandan Padişah'ı ve ordu komutanlarını teskin edecek telkinlerde bulunuyor, bir yandan da âsileri tahrik edici bir tutum sergiliyordu.
İsyanın çığ gibi büyüdüğünü ve tehlikeli bir vaziyet aldığını fark eden Sultan III. Selim, yine Köse Musa'nın telkiniyle Nizam–ı Cedit ordusunu kaldırdığını bir fermânla ilân etti.
Buna rağmen durmayan, durmak bilmeyen âsiler, Topkapı Sarayına doğru yürüyüşe devam ettiler. Hükûmet merkezini basarak, yenilik taraftarı diye bildikleri devlet adamlarını katlettiler.
Ardından "Padişahı da istemezuuuk!" diye bağırmaya başladılar.
Bu vahim durum karşısında, yeni bir karar aşamasına geldiğini hisseden halim ve şefkatli padişah Sultan III. Selim, son çare olarak tahttan çekilmeye razı olduğunu (29 Mayıs 1807) duyurdu. Bu kararının en mühim gerekçesi şuydu: Daha fazla kardeş kanı dökülmesin.
Velhasıl, 15 yıl önce çok büyük ümitlerle başlatılan Nizam–ı Cedit hareketi, kanlı, çok hazin ve çok derin bir kırılmayla son buldu.
KISA KISA (24 Şubat)
1369: Meşhûr Müslüman seyyah Faslı İbn Battûta’nın vefâtı.
Fas’tan Çin’e kadar gezip gördüğü yerleri kendi ismiyle anılan seyahatnâmesinde kaleme aldı. Anadolu ve diğer Türk illerini de gezen İbn Battûta’nın eserinde çok kuvvetli ve etkileyici tasvirler, yorumlar yer almakta.
1918: Trabzon’un kurtuluşu.
1925: Şeyh Said’in başında göründüğü kıyâm hadisesi genişledi: Ayaklananlar, Elazığ ve çevresine hâkim duruma geçti.
1955: İslâm Birliğinin çekirdeği mânâsını taşıyan Bağdat Paktı’nın (Merkezî Antlaşma Teşkilâtı CENTO’nun) kuruluşu.
Kurucu devletler şunlar: Irak, Türkiye, İran ve Pakistan. İntiltere de sonradan üyelik sıfatını kazandı.
1956’da, pakta iştirak etmesi beklenen Suriye’nin Türkiye sınırına boydan boya mayın döşendi. Ardından, Irak’ta, Türkiye’de, İran ve Pakistan’da hükümet darbeleri gerçekleştirildi. Pakta imza atan hemen bütün devlet adamları bir şekilde katl ve idam edildiler.
1959’da Bağdat Paktı’nın Irak tarafından feshedilmesiyle, CENTO (İng.: Central Treaty Organization) teşkilâtı İngiltere, Türkiye, İran ve Pakistan arasında 1979’a kadar devam edebildi.
1983: Kapatılan MSP eski Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı askerî mahkemesince ‘laikliğe aykırı davranışta’ bulunduğu gerekçesiyle 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
1994: Türkiye, ilk kez “cep telefonu”yla tanışmış oldu.