Hürriyet imânın bir hassası, bir özelliğidir. İnsanlar hakkıyla hür olursa, Allah’a karşı liyâkatlı bir kul olabilir ancak. Aksi hâlde, “kula kul olmak” gibi insan haysiyetine yakışmayan derekelere düşebilir. 1
İşte, böyle “kulluk içindeki hürriyet”in en çok yakıştığı şahsiyetlerden biri olarak hep rahmetle andığımız Namık Kemâl’in bugün vefat yıldönümü. Üstad Bediüzzaman’ın tâbiriyle “ehl-i kemâl” bir zât olan Namık Kemâl, 2 Aralık 1888’de Sakız Adası’nda vefat etti.
Vefat ettiğinde henüz 48 yaşında idi. Kendisinin vasiyeti olarak da kabul edilen “Bolayır’da gömülme arzusu” sebebiyle, naaşı, bilâhare Sakız Adası’ndan alınarak Gelibolu’ya bağlı Bolayır beldesine nakledildi. Literatürde buna “nakl-i kubûr” denilir.
*
Said Nursî, henüz 15-16 yaşlarında iken Mardin taraflarında olduğunu ve burada Namık Kemâl’in “Rüyâ” isimli makalesini okuduğunu, aynı zaman zarfında hürriyetin mânâsı ile siyasetteki “muktesit meslek” hakkında ciddî mâlûmat sahibi olduğunu gayet beliğ bir sûrette beyân ediyor.
İşte bu hususa dair orijinal ifadeleri: “İnkılâptan (1908’den) on altı sene evvel (1892), Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhûr Kemâl’in ‘Rüyâ’sıyla uyandım.” 2
“Muktesit meslek” tâbirinin siyasetteki mânâsı şudur: Ümmetin ekseriyetini temsil eden “vasat yol”dan gitmek. Aşırılığa sapmamak. Radikalizme düşmemek. Dengeli, mesafeli ve müsbet bir idare tarzını benimsemek. Nihayet, siyasî mesleğini bu müstakim hat üzere sürdürmeye çalışmak…
Nitekim, Bediüzzaman Said Nursî de ömrünün sonuna kadar hiç inhiraf etmeyerek daima bu meslekten gitmiş; başka bir kulvara sapmamıştır. Sapmamak için, gerektiğinde siyasete ciddi mesafeler koymuş ve hatta 35 sene müddetle siyasetle hemen hiç alâkadar olmamıştır. Vefatından evvel talebelerine “vasiyet yerine” yazmış olduğu son mektuptaki ifadeler de bunun gayet açık, vâzıh bir delili olarak önümüzde duruyor.
*
Bu bölüme nokta koymadan evvel, önemli bir hususu daha tebârüz ettirmek istiyoruz. O da şudur ki:
Yakın tarihte meşhur olmuş şahsiyetler arasında, Namık Kemâl kadar hakikî hüviyet ve şahsiyeti az bilinen, hatta yanlış bilinen çok nâdir kimse vardır.
Tamamıyla uydurma fıkralara ismi karıştırılan bu “ehl-i Kemâl zât”ın hakiki şahsiyeti, ne yazık ki kasten ve bilerek lekelenmeye çalışıldı. Şayet, Bediüzzaman Hazretleri onun hakkındaki senâkâr ve takdirkâr beyanlarda bulunmasaydı, muhtemelen biz de onu hakikî vechesiyle bilemez, tanıyamaz olacaktık.
Özetle diyebiliriz ki: Bilhassa hürriyet, meşrûtiyet, adâlet ve Kànun-i Esâsî’nin (Anayasa) tekemmül ettirilmesi yolunda, Namık Kemâl, bir nevî “bayraktarlık” görevini yaparken, Üstad Bediüzzaman da “sancaktarlık” vezifesini deruhte etmiş oldu. Bu meyanda çığır açan ve öncülük hizmetini yapan bu zatlara Cenab-ı Hak ganî ganî rahmet eylesin.
(Devamı yarın)
Dipnotlar:
1- “Hürriyet kahramanı” Namık Kemâl, “aşkına esir” olmayı “esaretten kurtulmak” mânâsında hürriyeti tâbir ve tasvir ederken, Üstad Bediüzzaman da, hürriyet hakikatini “imana nisbet” ederek şu kanaatini izhar ediyor: “İman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet…” (Münazarat: 59.)
2- Age, s. 123.