Bir önceki yazıda, yakın tarihte yaşanmış olup mahiyeti ve arka planı tam bilinemeyen gelişmelere hakkında genel değerlendirmede bulunduk.
Bu bölümde ise, mühim bazı vakıalar hakkında özet bilgiler sunmaya çalışalım. Ta ki, hem kategorik sorgulama, hem de genel değerlendirme daha net, daha rahat bir şekilde yapılabilsin.
BİRİNCİSİ: Mahiyeti aydınlatılamayan bazı cinayetler1923’ten itibaren hükümet merkezi olan Ankara işlenen siyasî cinayetler var: Ali Şükrü Bey ve Nureddin Paşa cinayeti gibi…
Bunların tetikçi failleri az–çok bilinmekle birlikte, korku ve dehşet uyandıran ve millî iradeyi hedef alan bu hadiselerin mahiyeti üzerindeki esrar perdesi bir türlü aralanamadı gittir.
Oysa, en önemli nokta şudur ki: Bu cinayetlerin karanlıkta kalan azmettiricileri kimlerdir ve asıl maksatları ne idi? Meselenin bu yönünü tarih mahkemesinde görüş lâzım geliyor.
İKİNCİSİ: Lozan’ın iç yüzü
Üzerinden yüz yılı aşkın süre geçtiği halde, Lozan Antlaşmasının hâlâ karanlıkta kalan yönleri var: “Misâk–ı Millî”nin masada iğdiş edilmesi ve şaibeli bazı isimlerin orada aktif rol oynaması gibi.
Meselâ, eski İstanbul Hahambaşısı Haim Naum’un orada ne işi vardı? Millet Meclisinin kararı ve iradesi dışında devreye giren ve Lozan’da İsmet Paşa’nın has adamı rolünü oynayan bu azgın Yahudi’nin asıl maksadı neydi? İşte, bu benzeri hususların da esaslı bir şekilde masaya yatırılması gerekiyor.
ÜÇÜNCÜSÜ: Kılık-kıyafet davaları
Meclis tarafından kabul edilen ve 28 Kasım 1925’te resmen yürürlüğe giren “Şapka Kànunu” sebebiyle, sayılamayacak kadar çok vatandaşın canı yandı. Bir kısmı idam edildi, bir kısmı da en ağır cezaya çarptırıldı.
Kezâ, Hz. Peygamber’in (asm) bir sünneti
olan sarık yasaklanırken, memurlara ise şapka giyme mecburiyeti getirildi. Bunun da sorgulanması gerekmiyor mu?
DÖRDÜNCÜSÜ: Avrupa’dan alınAN
kanunlar, modalar, örf ve adetler
1926’dan itibaren bize ait ne varsa terk edilirken, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden kanunlar, modalar, kültürel unsurlar, gümrüksüz şekilde ithal edildi.
Bunlara neden ihtiyaç duyuldu? Tek parti iktidarı, bunları isteyip istemediklerini gidip halka sordu mu? Hatta, sorma gereğini dahi duydu mu?
Bütün bunların da tarih mahkemesinde enine boyuna sorgulanması lâzım.
BEŞİNCİSİ: Dini dışlayan
eğitim sistemi
1924’ten itibaren, Medreselerin resmen kapatılması ve Tevhid–i Tedrisatın yürürlüğe girmesiyle birlikte, din dışı ve hatta din karşıtı bir eğitim politikası tatbik edildi.
Dinî eğitim–öğretim kısmı ise, tümüyle kâğıt üzerinde kaldı.
1928’den itibaren de, başta Kur’ân olmak üzere dinî bütün eserlerin basılması, yayınlanması, okutulması yasaklandı. Hatta, Kur’ân hattıyla yazılmış bütün kitâbeler, tablolar, levhalar, serlevhalar dahi, ya üzeri sıva ile kapatıldı, ya da yerinden sökülüp atılarak imha edildi.
Elbette, bunların da tarih mahkemesinde görüşülerek sorgulanması lazım.
★
Öte yanda fâciaya dönüşen yeni soyadlarının millete dayatılması, aynı şekilde köy, kasaba ve bazı şehir isimlerinin referanduma gerek duyulmadan değiştirilmesi de aynı şekilde masaya yatırılması gerekiyor.
Bütün bunların yanı sıra, alaca karanlıkta bırakılan şu meselelerin de yeni baştan araştırılıp sorgulanması lazım geliyor: Mason teşkilâtının kapatılmasının asıl gerekçesi nedir? Kezâ, muhaliflere kurulan kumpaslar, tertipler, tekelci politikalar, göstermelik hürriyet, tesettür davası ve tarikat yasağıyla ilgili uygulamaların da yeni baştan görüşülerek arka plandaki gelişmelerin vücuha kavuşturulması gerekiyor.