Geçen haftaki “mukteza-i hâle mutabakat” yazımızda özetle; Mukteza-i hâlin; bir teslimiyet değil, bilakis haklı muhalefet ve mukavemet olduğunu, “Kul bunalınca hızır yetişir” kabilinden Hz. Üstad Bediüzzaman’ın o görevi ifa ettiğini anlatmaya çalışmıştım.
Hatta Üstad’ın; halk arasında “Yalakanın kıblesi olmaz, gördüğü her güce secde eder” tabirine uyan bütün tabasbuslara da, meydan okuduğunu anlatmıştım. Bu yazımızda ise, bir nevi onun mütemmimi olarak “tebliğ ve temsil”e dikkat çekmek istedim.
Türkiye’de çok uzun süredir, zalimin tahakkümünden dolayı, -Üstad gibi, çok azı müstesna- hocalar; yani rivayete göre yediye yetmiş bin gibi1 bu aslî görevlerini ifa etmemiş veya edememişler ve hâlâ daha da, edemiyorlar. İşte onun için de, ateizm ve deizm gibi harici unsurlar bu aziz millete musallat olmuşlardır.
Malum “Hürriyetin olmadığı yerde ot bile bitmez” denilmiştir. Onun için Üstad Hazretleri, “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” diyor ki, bu hürriyet bize daha çok; ilây-ı kelimetullah için lâzımdır, çünkü biz dünyaya “Ancak Allah’a (cc) kulluk için gönderildik. Eğer onu da, hürriyet ve vicdan huzuru içinde yapamazsak dünya hayatının ne önemi var? Yunus Emre bu dünyayı bilmana şöyle tanımlıyor: “Dünya, kulluk için gelinip hesap için gidilen bir yerdir.” Eğer bu uğurda birkaç eşkiyayı def edemezsek yarın Rabbimizin huzuruna ne yüzle çıkacağız? Bir kaç zalimi mazeret göstermekle Allah (cc) bizleri affeder mi? Şayet bu iş o kadar basitse, Fahricihan Efendimiz (asm), Ashab, asırların mücedditleri, evliyaullah ve Üstad Bediüzzaman neden öyle bir çareyi kullanmadı da, bilakis cihad gibi en zor yolu tercih ettiler? Ve üstelik Üstad, “Zaman gösterdi ki, Cennet ucuz değil; Cehennem dahi lüzumsuz değil” diye boşa mı söylemiş? Üstelik bu uğurda gecesini gündüzünü değil ahiretini bile feda etmiş. Demek kâinatta bu tebliğ ve temsilden daha önemli bir şey yoktur. Anlaşılan ulema, ciddiyetle bu tebliğ ve temsil görevini yapmalı ki, ayrık otu misali ateist ve deisler bu kadar çok türemesin. Şimdi en mühim mesele onların ıslahıdır. Yine bunun için de, hürriyet ve demokrasi bize lâzımdır ve Üstad onun için bu iki kavrama çok önem vermiştir.
Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde “semi’na ve ata’na” (işittik ve itaat ettik, deyiniz) buyurduğuna göre demek işitmek de yetmiyor, ayrıca itaat şarttır. İşte bu gibi çelişkiler, hocaların dünyada da, etkisiz hâle getirilmesine ve itibarsızlaştırılmasına sebep olmuştur. O hâlde en doğrusu; ebedî hayatta felâkete gitmektense fânî hayattaki çileyi tercih ederek Bediüzzaman gibi kahramanca gitmek değil midir?
Ulemanın başından bu gün en büyük handikabı iki şeydir:
1. Tebliğ edememek veya etmemek.
2. Temsil edememek veya etmemek
Bu iki olmazsa olmazlar için hangi mazeret gösterilirse göste- rilsin, Bediüzzaman gibi; “İzzetle mevti, zilletle hayata tercih edenlerdeniz.”2 demeye mecburuz. yoksa Hz. Ali’nin dediği “Sema ve arz arasında en fena şey; fena ve korkak âlimlerdir” hitabına muhatap olma tehlikesi vardır. Bir rivayette de; “Mehdî gelince hocaların sesinin kesileceği”3 haber verilmektedir. Bunun başlıca iki sebebi olabilir:
1. Mehdinin ilminin ihatası ve kuşatıcılığı,
2. Deccal’ın, hocaların kellesini kesmesinden korkulması.
Anlaşılan o ki, meseleye bir de burdan bakıp, doğru teşhis koymak lâzım. Vesselam.
Dipnotlar:
1- Biharu’l-Envar, cilt 22, s. 190.
2- Mektubat, 13. Mektup.
3- Biharu’l-Envar, cilt 22, s. 190.