Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş en kabiliyetli, kapasiteli, maharetli devlet adamlarından biri olan Sadrâzam Ahmet Mithat Paşa için 26 ve 27 Haziran günleri hayatî öneme sahiptir:
Sultan Abdülaziz’in devrilmesiyle ilgili olarak 27 Haziran 1881’de Yıldız Mahkemesinde yargılanan paşa, bir süre sonra Arabistan’ın Taif şehrine sürülerek orada zindana atıldı. Yine orada kanunsuz bir şekilde boğduruldu.
Nâşı ise, DP hükümeti döneminde, 26 Haziran 1951’de İstanbul’a getirildi. Şişli’deki nakl-i kubûr merasimine CB Celal Bayar da katıldı.
*
Üzerinde kitabî çalışmaların yapıldığı kuvvetli rivâyete göre, Taif’ten İstanbul’a getirtilen Mithat Paşanın kemikleri arasında kafatası yoktu. Bunun sebebi şudur: Sultan Abdülhamid’in inisiyatifi ile gönderildiği Taif zindanında ömür sürmekte olan Mithat Paşa, 7 Mayıs 1884’te boğdurularak katledildi. Onun varlığını kendisi için büyük tehlike olarak gören Sultan Abdülhamid, öldürülmüş olduğundan emin olmak için (o zamanlar DNA testi yok) kesik başının Yıldız Sarayına getirilmesini istemiş. Bir bal küpünün için konularak İstanbul’a getirtilen paşanın kesik başı, yine Padişahın emriyle sarayın bahçesinde bir yere gömülmüş.

Bu kesit baş hikâyesiyle ilgili olarak kitaplar yazıldığı ve çokça makaleler yayınlandığını bilvesile ifade etmiş olalım. Ayrıca, o dönemde bu hadiseyi haber yapan Fransız gazetesi Le Matin, kesik baş hikâyesine de yer verdiği ilgili haberi şu başlıkla verdi: Türk Anayasasının babası öldü!
Mithat Paşanın ölüm haberi, İzmir’deki oğlu Ali Haydar ile diğer aile efradına resmî bir tebligat ile bildirildi.
*
1822 doğumlu Mithat Paşa, çok renkli, çok yönlü bir şahsiyet olarak bilinir. Reformcu, hürriyetçi, anayasa ve parlamenter sistem yanlısı, hatta Cumhuriyet taraftarı olarak bilinen Paşa, bürokrasinin en alt kademelerinden başlamak üzere, uzun yıllar valilik, bakanlık ve iki kez de başbakanlık (Sadrâzam) yapmış parlak bir şahsiyettir.
Aynı şekilde, Danıştay (Şura-yı Devlet), Ziraat Bankası, ilk Anayasa (Kanun-i Esâsî) ile Emniyet Sandığı’nın kuruluşunda da büyük emek sarf ettiği biliniyor ve o şekilde de anılıyor.
Bununla beraber, adı birtakım siyasî entrikalara da karıştığı için, başı belâdan bir türlü kurtulamadı: Sultan Abdülaziz'in hal ve katledilmesinde, ardından Sultan V. Murad'ın tahta çıkarılıp indirilmesinde önemli rol oynadığına dair söylentiler, yakasını hiç bırakmadı.
Sonunda, yine bu tür entrikalara bulaştığı ve 1881'de kurulan Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Abdülaziz'in ölümünden sorumlu tutulanlar arasında sayıldığı için, idam cezasına çarptırıldı. Sultan II. Abdülhamid, bunu sürgün (kalebentlik) cezasına çevirdi ve onu Taif'e sürdü. Orada sürgünde iken, nâmertçe ve gayet vahşiyane bir şekilde katledildi.
*
Meşhûr tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı “Midhat Paşa ve Taif Mahkûmları” isimli kitabında Taif’te katledilen paşanın son ânlarını kendi dilinden şöyle anlatır:
Evlâdlar hoş geldiniz. Bilirim niçin geldiniz.
Beni eziyetsiz boğunuz ve boğmazdan evvel size birkaç söz söyleyeyim, dinleyin: Zati ben teslimim. Elimden ne gelir? Sizden evvela şunu rica ederim: Bana ruhsat verin, abdest alıp iki rekat namaz kılayım. Yasin okurken “We ileyhi türceun” dedikten sonra boğunuz.
Hepiniz genç ve Müslümansınız. İstemezdim ki benim gibi bir mücrimin kanı ile damanınız mülevves olsun.
Bir de şu var: Taif mübarek bir yer. Peygamber efendimiz “Taif Çölünde eğlenmeyin, ağaçları kesmeyin, haramdır” buyurduğu halde, siz nasıl adam katledersiniz? Cevaben, “Biz askeriz, memuruz, mazuruz” demişlerdir.
Sonra, Midhat Paşa Yasin-i Şerifi aceleyle okuduğu ve kelime-i şahadeti getirdiği anda, boynuna yağlı ve sabunlu ipi taktıkları anda, mazlumen cânını Cânan’a teslim eylemiştir.