İsmet Paşanın "Garp Cephesi Komutanı" sıfatıyla sevk ve idare etmiş olduğu Eskişehir–Kütahya hattındaki muharebe, çok ağır bir yenilgi ve çok büyük bir zayiatla neticelendi: Şehitlerimizin sayısı 1500'ü geçerken, yaralı askerlerimizin yekûnu ise 5 bine dayandı.
Bu büyük bozgun hadisesi, I. ve II. İnönü Zaferi ile Sakarya Zaferinin orta devresinde (10–25 Temmuz 1921) yaşandı.
Yunan kuvvetlerinin İnönü'de mağlubiyete uğramasından endişeye kapılan İngiltere, onlara en gelişmiş modern silâhlarla yardımda bulundu.
Bundan büyük kuvvet ve cesaret alan Yunanlılar, başında hemen bütün devlet ricâlinin bulunduğu 136 bin kişilik bir orduyla yeniden taarruza geçtiler.
Türk cephesinde ise, hem asker, hem de silâh itibariyle düşman birliklerine denge sağlayacak seviyede bir kuvvet vardı.
Ne var ki, Türk birliklerinin başında hiçbir başarıya imza atamamış olan İsmet Paşa vardı. Üstelik, ondan çok daha kıdemli ve yüksek rütbeli subaylar da onun emrine verilmişti.
Bu arada affedilmez cinsten iki büyük hatayı da zikretmek lâzım.
Bunlardan birincisi: Şark Cephesinde zafer üstüne zafer kazanmış olan tecrübeli kumandan Kâzım Karabekir, Ankara'ya çağrılarak Meclis'te pasife edildi. Oysa, onun bu kez Garp Cephesi Komutanlığına getirilmesi gerekiyordu. Doğuda bir sille darbesiyle Ermenileri püskürten ve Gümrü Antlaşmasına imza atan Karabekir Paşa, şüphesiz aynı başarıyı Batı Anadolu'da Yunan kuvvetlerine karşı da sağlayabilirdi. Ancak, ona "çifte kahramanlık" kazandırmaktan hazzetmeyen menhus bir anlayış, binlerce vatan evlâdının kanının heder olmasına ve bağımsızlık zaferinin gecikmesine sebebiyet verdi. Bunlar, hiç şüphesiz "Asıl kahraman biz olalım da, gerisi mühim değil" zihniyetiyle hareket ettiler.
İkinci büyük hata: Refet Bele Paşa kumandasındaki Güney Cephesi bu nazik dönemde kaldırıldı ve başarısız, beceriksiz İsmet Paşa Batı Cephesinde tek söz, tek yetki sahibi yapıldı.
İşte, bu ve benzeri sebepler, ne yazık ki mağlubiyetimizi netice verdi.
* * *
Bursa ve Uşak'taki grupların da dahil edil edilmesiyle birlikte 10 Temmuz'da başlayan Yunan taarruzu, Afyon, Kütahya ve Eskişehir'in işgalinin ardından, bu ileri harekâtları Ağustos ayı sonlarında Polatlı sırtlarına kadar gelip dayandı.
Top seslerinin Ankara'dan duyulması üzerine, Meclis Başkanı M. Kemal ile Fevzi Paşa Ankara'nın boşaltılması gerektiğinden söz etti.
Bunun üzerine, resmî evrakların bir kısmı vagonlarla Kayseri'ye taşındı.
Bu arada, Meclis'te büyük tartışmalar yaşandı. Mağlubiyetin faturası İsmet Paşaya kesilmeye çalışıldı. Ne var ki, M. Kemal ile Fevzi Paşa ona paratoner oldu.
Bu sırada, hem Başbakan (İcra Vekilleri Reisi) hem de Millî Savunma Bakanı olan Fevzi Paşa, Meclis Kürsüsüne çıkarak bütün sorumluluğu üzerine aldığını açıklayarak İsmet Paşayı vekillerin hücûmundan kurtarmış oldu.
Sakarya Meydanından yükselen moral
1921 yılı Temmuz'unda şiddetlenen Yunan taarruzu, Millî Kuvvetlerimizin Eskişehir–Afyon–Kütahya hattında bozguna uğramasıyla neticelendi.
Yeniden toparlanmak maksadıyla 100 km kadar geri çekilen Millî Kuvvetlerimiz, Sakarya Nehrinin doğusunda (Polatlı civarında) karargâh kurdu.
Yunan taarruzu aralıksız şekilde yine devam etti. Ancak, bir önemli başarı sağlayamadılar.
Önceki muharebelerde yaşanan mağlubiyet, bilhassa subaylarımızın izzetini kırmış, gururunu rencide etmişti.
Bunun mutlaka telâfi edilmesi gerekiyordu. Subaylarımız, zillet içinde yaşamaktansa ölümü tercih etme noktasına geldi.
Dolayısıyla, yeni başlayacak bir savaşta en ön safta çarpışmak istediler. Buna tamamıyla hazır bir hale geldiler.
* * *
10 Eylül'de tam bir azim ve kararlılıkla harekete geçen ve düşman birliklerini geri püskürtmeye başlayan askerimiz, 13 Eylül gününe kadar Sakarya Nehrinin doğu kısmına tamamıyla hâkim oldu.
Düşman kuvvetleri, nehrin batı yakasına geçmek zorunda kaldı. 13 Eylül 1921 tarihi itibariyle, Sakarya Nehrinin doğru tarafında bir tek Yunan askeri kalmadı.
Sakarya Nehrinin başlangıç havzası civarında cereyan eden bu büyük muharebede, çok sayıda subayımız şehit oldu. Öyle ki, subay kaybı er ve erbaş kaybını neredeyse ikiye–üçe katladı.
İşte, bundan dolayıdır ki, Sakarya Muharebesinin bir ismi de, "Subaylar Savaşı" olmuştur.
Bu savaşların neticesinde, taraflar binlerce kayıp verirken, bir o kadar da yaralı asker sayısı ortaya çıktı.
Zafer sonrasında asker ve milletimizin kazanmış olduğu yüksek moral, bu hadisenin en önemli neticesi olmuştur.
Zira, düşman taarruzu artık durmuş ve savaş birlikleri geri çekilmeye başlamıştır.
Yunan kuvvetlerinin bu geri çekilme (ric'at) harekâtı, İzmir'i terk ettikleri tâ bir yıl sonraki Eylül (9 Eylül 1922) ayına kadar kademeli şekilde devam edip gitti.
Sakarya Zaferi, Birinci ve İkinci İnönü Zaferinden (10 Ocak–1 Nisan 1921) sonra, üçüncü bir zafer olarak kayda geçti ve İstiklâl ümidini yeniden canlandırmış oldu.
Fevzi Paşaya üçüncü makam
Kütahya–Eskişehir Muharebelerindeki mağlubiyet sebebiyle, İsmet Paşa cezalandırılmadı; ancak, Meclis eliyle ona tevdi edilen Genelkurmay Başkanlığından azledildi.
Lâkin, ne tuhaftır ki, bu makam da Fevzi Paşanın uhdesine verildi.
Kâzım Karabekir gibi onlarca kahraman kumandan Meclis'te atıl vaziyette bekletilirken, Başbakanlık ve Millî Savunma Bakanlığına ilâveten, Genelkurmay Başkanlığı da Fevzi Paşaya verildi.
Fevzi Paşanın bu üç mühim ve kritik vazifenin hakkını verdiği söylenemez. Ancak, savaştan anlayan cesur bir kumandan olarak Sakarya Meydan Muharebesini iyi kumanda ettiği ve kazanılan zaferde önemli pay sahibi olduğu söylenebilir.
İsmet Paşanın Sakarya Zaferinde hemen hiç pay sahibi olmadığı âşikâr bir durum. En ön safta Fevzi Paşa var. Elinde Kur'ân–ı Kerim'le askeri coşturmaya, muharebe için morallendirmeye gayret etti.
M. Kemal de, Meclis Başkanı sıfatıyla savaş bölgesinde bulundu.
Son olarak yine hatırlatmak gerekir ki, şayet Ali Fuat Paşa, Refet Bele, Kâzım Karabekir gibi nice başarılara imza atmış millî kahramanlar Garp Cephesinde inisiyatif kullanabilecekleri makamlara getirilmiş olsaydı, Yunan kuvvetlerini mağlup etmek, en azında geri püskürtmek çok daha kolay ve çok daha az zayiatla olacağı kuvvetle muhtemeldir.