Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, tarih kayıtlarına göre 1055 senesinin 15-25 Aralık günlerinde I. Bağdat Seferini başarıyla tamamladı. Aynı zamanda, Hilâfet merkezi olan Bağdat’ı kansız bir fütûhât ile Selçuklu Devleti’ne bağlamış oldu.
Bağdat, o tarihte Abbâsiler tarafından temsil edilen Hilâfetin de merkezi idi. Halife ise, “İslâmın bayraktarı” sıfatıyla Sultan Tuğrul isminin hutbede okunmasını emretti.
Şimdi, bundan bin sene evvel yaşanan bu hadisenin gelişme seyrine bakalım.
*
Selçukîler, Oğuz Türklerinin Kınık boyundan bir hanedanı temsil ediyor.
Tuğrul Bey ise, Selçuklu İslâm Devleti’nin kurucusu ve bu devlete ismi verilen hanedan reisi Selçuk Beyin torunudur. Ordu komutanı Çağrı Bey ile öz kardeştir. Çağrı Bey, aynı zamanda istikbâlin Malazgirt Fatihi Sultan Alparslan’ın babasıdır.
Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin, İslâm tarihi içinde dillere destan olmuş çok büyük hizmetleri var: Hayatları boyunca İslâmiyetin bayraktarlığını yapmak, İslâmın vahdet ve uhuvvetini tesis etmek, her tarafta mâbed, medrese ve kervansaray gibi hayır kurumları inşa ettirmek gibi...
Onların zamanında, Abbâsilerin elinde bulunan Hilâfetin merkezi Bağdat idi. Mısır’da ise, Şiî Fatımî devleti hüküm sürmekteydi. Bağdat’ta Fatımîlere bağlı olan Şiî Büveyhoğulları ise, Abbâsilere zulmediyor ve her fırsatta halifeye baskı yapıyordu.
Bu durumdan haberdar olan Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, İran ve Horasan’da bulunan ordu birliklerinin sefer hazırlığına başlamasını emretti.
*
Tuğrul Bey, Müslümanlar arasında kardeş kanı dökülsün istemiyordu. Ancak, yine de Hilâfeti korumakta ve Bağdat’ı sükûna kavuşturmakta kararlıydı.
İşte, böylesine bir azim ve kararlılık içinde 1055 yılı Aralık ayı ortalarında ordusuyla birlikte Bağdat yakınlarına geldi. Onun bu tarzda gelişi, Bağdat’taki Büveyhoğullarını ürküttü ve baskılarını gevşetti. Bundan cesaret alan Abbâsi Halifesi Kàim bi-Emrillâh, 15 Aralık Cuma günkü hutbede Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin ismini okuttu. Böylelikle, İslâm dünyasını siyaseten Selçuklu Sultanlığı’nın temsil ettiğini de hem kabul, hem de ilân etmiş oldu.
Bağdat’ın böyle kansız ve savaşsız bir şekilde fethedilmesi, takdire şâyân bir hadise olarak karşılandı. Zira, bu fetih, usûl ve yöntem itibariyle, İslâm tarihinin en büyük ve en mukaddes fethi olan “Mekke’nin Fethi”ni örnek alıyordu. Nitekim, Mekke Fethi’nde de hiç kan dökülmemiş ve düşmanlığın-kindarlığın yeşermesine fırsat verilmemişti.
*
Bağdat’ın fethi ile birlikte, tâ Gazneli Sultan Mahmud’un iktidarı zamanında (998) başlamış olan Türk-Abbâsî yakınlaşması daha da pekişmiş oldu.
Hatta, yakınlaşma ve kaynaşma yolunda bir adım daha gidildi ve iki kavmin ileri gelenleri arasında vuku bulan evlilikler vasıtasıyla da akrabalık bağları kurulmaya başlandı: Sultan Tuğrul Beyin, Halife’nin kızıyla evlenmesi, hısım ve akrabalık derecesinin en üst seviyede olduğunu gösteriyor.
Yıllar sonra, yine üst seviyede olmak üzere bir evlilik hadisesi daha yaşandı. Tuğrul Beyin yeğeni Çağrı Beyin kızı Hatice Hatun Abbasî ailesine gelin gitti.
*
1063 senesinin 4 Eylül’ünde İran’ın Rey şehrinde hayata çocuksuz olarak vedâ eden Tuğrul Beyin yerine, öz yeğeni ve geleceğin Malazgirt Fatihi Sultan Alparslan geçti.
Bilvesile, Sultan Tuğrul’un tarihe geçen bir hasletini de hatırlatalım: Ömrü boyunca hep cami, mescid, medrese gibi hayır eserlerini inşa ettirmekten zevk alan Sultan Tuğrul, kendisi için yapılan sarayların yanına da mutlaka birer mâbed inşa ettirmiştir.
Hatta, bir defasında şu mânidar sözleri zik- rettiği rivâvet ediliyor: “Şayet ben kendim için bir ev, bir saray yapıp da, yanında ondan daha ihtişamlı bir mâbed inşa ettirmezsem, Allah’ın huzuruna gitmekten utanırım.”
Son olarak, bu tür hadiselerle bağlantılı olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin “26. Mektup”ta geçen şu ifadelerini aktaralım: “Ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbâsîler zamanından beri bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak, bütün cihâna karşı meydan okuyup, Kur’ân’ı îlân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur’ân’a ve İslâmiyete kal’a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def’ettiniz.”