"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

I. ve II. Meşrûtiyet dönemi arasındaki dış gaileler (1)

M. Latif SALİHOĞLU
06 Mart 2012, Salı
Birinci Meşrûtiyet (1876) ile İkinci Meşrûtiyetin ilânı (1908) arasındaki süre, yaklaşık 32 senedir.

Bu uzun süre zarfında, dahilde ve hariçte pekçok hadiseler yaşandı. Bu hadiselerin mühim bir kısmına daha evvelki bölümlerde temas ettik.
Şimdi de, bilhassa Balkan coğrafyasında II. Meşrûtiyet öncesine kadar yaşanan diğer bazı gelişmelere kısaca değinmeye çalışalım.

Yunanistan'la savaş ve barış

İstanbul'dan önce Rumeli coğrafyasında büyük fetihler yapan Osmanlı, bugünkü Yunanistan'ın sahip olduğu toprakların da mühim bir kısmını kendi hakimiyeti altına almış durumdaydı.
Fetihten sonra (1453) ise, Mora Yarımadası dahil olmak üzere Yunanistan'ın tamamına yakın kısmı kademeli bir şekilde Osmanlı Devleti bünyesine dahil oldu.
Bilâhare, küçük adaların yanı sıra Girit, Rodos ve Kıbrıs gibi stratejik öneme sahip büyük adalar da, tamamıyla Osmanlı yönetimi altına girdi.
Yaklaşık dört yüz sene müddetle Osmanlı idaresi altında yaşayan Yunanlılar, özellikle 1800'lü yılların başından itibaren isyan ve ihtilâl hareketleriyle seslerini yükseltme sürecine girdiler.
Osmanlı ordusu ile Yunanlı isyancılar arasında zaman zaman çok kanlı çatışmalar yaşandı.
1821'den sonra, araya yabancı devletlerin de girmesiyle, Yunanistan'ın Osmanlı'dan kopması kaçınılmaz bir hale geldi.
Bu mukaddes kopma süreci ise, on yıldan fazla bir zaman aldı.
Nihayet, Mayıs 1832'de Londra'da varılan antlaşma neticesinde, Mora Yarımadası ile bazı Ege Adalarını da içine alan coğrafyada bağımsız bir "Yunan Krallığı"nın kurulması kabul edildi.
Osmanlı'nın kabule mecbur olduğu bu ağır antlaşmaya göre, Yunan Krallığı, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın koruması altında bulundurulacak.

İsyanların yerini cephe savaşları aldı

Avrupa devletlerinin desteğiyle Osmanlı'dan ayrılan ve bağımsızlığına kavuşan Yunan Krallığı, kazandıklarıyla yetinmeyerek yeni taleplerde bulundu.
93 Harbinden sonra (1878), yine Avrupalı dostları sayesinde yeni bazı haklar kazandı.
Ancak, bununla da iktifa etmeyerek, Yanya Eyaleti ve Girit adası gibi yerlerde Osmanlı idaresi altında yaşayan Rumları ve sair Hıristiyanları kışkırtmaya ve açıktan desteklemeye başladı.
İşte, Nisan 1897'deki Osmanlı–Yunan Savaşı bu sebepten patlak verdi.
Sultan II. Abdülhamid, Avrupa devletlerinin müdahale ve yardımda bulunma manevralarına fırsat vermeden, adeta yıldırım hızıyla harekete geçti.
Padişahın emriyle 17 Nisan'da "yıldırım harbi"ni başlatan Ethem Paşa, Yunan kuvvetlerini bozguna uğrattı.
Yaklaşık bir ay kadar devam eden bu tarihteki Osmanlı–Yunan Harbi, Osmanlı'nın kesin galibiyeti ile neticelendi.
Bu savaş esnasında, özellikle Teselya Bölgesinde yeni bazı mevziler kazanıldı. Zafer üstüne zafer kazanan Osmanlı kuvvetlerinin Atina'ya kadar gitmeleri mümkün iken, araya Rusya girdi ve savaşın sona erdirilmesini istedi.
İşi daha ileri safhaya götürmek istemeyen Sultan Abdülhamid de, Rus hükûmetinden gelen ateşkes çağrısını kabul ederek, barış yolunu açmış oldu.
Nihayet, 20 Mayıs 1897 tarihinde, Osmanlı ve Yunan kuvvetleri arasında bir mütareke imzalandı.
Devamında ise, 20 Eylül 1897'de imzalanan İstanbul Antlaşması ile iki ülke arasında barış sağlanmış oldu.
Ne var ki, Balkan coğrafyasında ve Rumeli topraklarında nihaî bir huzur ve barış yine de sağlanamadı. Özellikle Makedonya'da isyan, kargaşa, zıtlaşma ve yer yer katliama varan kanlı çatışmalar, aralıksız şekilde devam edip gitti.

Makedonya'da isyan ve ihtilâl hareketleri

Yunan Sulhundan sonra, bu kez Rumeli'nin Makedonya bölgesi kaynamaya başladı.
Makedonya'da Osmanlı'nın üç vilayeti vardı. 15 Sancağı bulunan ve "Vilayat–i Selâse" diye de tabir edilen bu vilayetler şunlardı: Selanik, Manastır ve merkezi Üsküp olan Kosova.
1900 yılının başlarında, Makedonya'nın nüfusu dört milyon civarındaydı. Adeta bir "milletler mozayiği" görüntüsü veren bu nüfusun yarısı Müslüman, yarısı da Hırsitiyan vatandaşlardan müteşekkil idi.
Müslümanların ağırlıklı nüfusunu Türkler, geri kalan kısmını da Arnavutlar teşkil ediyordu.
Hıristiyan nüfusun başını çeken Bulgarların kurmuş olduğu gizli teşkilâtlar, mütemadiyen "Makedonya Makedonyalılarındır" fikrini yayarak, bölge halkını Osmanlı'ya karşı kıştırtmaktaydı. Gerçekte ise, bu bölgeyi Bulgarlaştırma siyaseti güdülüyordu.
1902'den önceki on yıllık zaman zarfında, bölgede büyük çaplı hadiseler vuku bulmadı. Huzursuzluk, daha ziyade ufak çetelerin marifetiyle köy baskınları şeklinde görünüyordu.
Bulgar çeteciler, sadece Müslüman Türkelere değil, fırsat buldukça Sırp ve Yunan kökenli vatandaşları da taciz ediyorlardı.
Nihaî maksatları ise, geniş çaplı bir huzursuzluk çıkararak, büyük devletlerin bölgeye müdahalesine zemin hazırlamaktı.
Bu maksada yönelik ilk büyük isyan hareketi, 21 Eylül 1902'de vuku buldu. Osmanlı kuvvetleri, bu büyük kargaşayı ancak bir aylık sürede yatıştırmaya muvaffak olabildi.
İkinci büyük kanlı kargaşa ise, 2 Ağustos 1903'te başladı.
Bu ikinci Makedon isyanı bir öncekinden çok daha büyük olduğu içindir ki, hadisenin bastırılarak sükûnetin yeniden sağlanması en az üç aylık bir zamanda mümkün olabildi.

Yabancı devletlerin müdahalesi

Makedonya'daki hadiselerin giderek büyümesi ve çatışmalarda çok kan dökülmesi sebebiyle, Avrupa devletlerinin de meseleye müdahil olmasını netice verdi.
Yabancı devletler ile Osmanlı Devleti arasında "Makedonya Islâhatı" çerçevesinde, 25 Kasım'da bir mutabakat sağlandı.
Buna göre, bölgede (Vilâyât–ı Selâse'de) huzur ve sükûnu temin etmekle vazifeli bir Osmanlı paşası (Hüseyin Hilmi Paşa) ile birlikte ayrıca yabancılardan müteşekkil bir nevi "müfettişler heyeti" de vazife yapacak ve onların reyleri de muteber sayılacak. Onlardan habersiz iş yapılmayacak.
Söz konusu müfettiş ve görevliler heyetinin içinde Rusya (Başkonsolos), Avusturya (Başkonsolos), İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya'yı temsil eden şahsiyetler bulunmaktaydı.
Bunların arasında politik olarak Osmanlı'ya en yakın çizgide bulunan devlet Almanya idi. Diğerlerinin hemen tamamı Bulgar çetecileri koruyup kollamaya çalışıyordu.
Esasında, bu önemli sebepten dolayıdır ki, Balkan ve Rumeli'de bir türlü huzur ve barış sağlanamadı. Neticede, peşpeşe yaşanan Balkan Savaşlarıyla (1912–13) bölgenin neredeyse tamamı Osmanlı'nın elinden çıkmış oldu.

Okunma Sayısı: 1469
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı