Teknoloji, yerinde ve usûlünce kullanıldığında büyük bir nîmet. Zamansız ve gereksiz yere kullanıldığında ise, insanî değerleri öldürüp yok eden unsura dönüşüyor.
Uydu ve internet üzerinden yayın-iletişim-haber(leşme) imkânı sağlayan telefon, televizyon, bilgisayar gibi yüksek teknoloji ürünü cihazları bu cümleden sayabiliriz.
Bunlar gibi medeniyet harikası aparat ve cihazlar, yerine göre hayatımıza hem kolaylık ve güzellikler katıyor, hem de yer yer hayatımızı tatsız-tuzsuz bir yavanlığın içine doğru sürükletebiliyor.
Velhâsıl, hayatımıza olan müsbet-menfi tesirleri, bunları kullanma şeklinde değişiyor ve ona göre de hüküm alıyor.
*
Birçok yerde pek çok kere şuna şahit olmuşumdur: Bayram ziyaretlerinde olsun, dost-ahbap-akraba-komşu ziyaret ve görüşmelerinde olsun, başta “Hoşgeldiniz” ve âhirde “Güle güle” demenin dışında doğru dürüst bir şey maalesef ki konuşulmuyor, konuşulamıyor.
Ha, hakkını yemeyelim, bazıları “Güle güle” esnasında ayrıca “Kendinize iyi bakın” demeyi ihmal etmiyor.
Biliyorsunuz, yeni yetme bu söz de kadim “Allah’a emanet olun” sözünün yerine ikame için icat edildi. Her ne ise…
*
Sanırım, “Hoşgeldiniz; güle güle” dışında başka da bir konuşma yapılmamasının sebebine dair meramımız ve ne söylemek istediğimiz az-çok anlaşılmıştır. Ama, her ihtimale karşı yine de maksadımızı daha belirgin şekilde ifade etmeye çalışalım.
Yerleşik irfanımız bize şunu söyler: Geniş aile buluşmasında, eş-dost-ahbap meclisinde yapılması gereken en güzel şey, birbirinin hal-hatırını sormaktır. Birbiriyle samimane musafaha etmektir. Birbiriyle hemhâl olup hasret gidermektir. Hiç minnetsiz şekilde birbirine yardımcı olmak, birbirinin derdine çare olmaya çalışmaktır.
Her şeye rağmen, şükür ki, bu ifranı devam ettirenler vardır. Ama, maalesef sayıları azdır ve günden güne azalma devam ediyor.
Buna mukabil, başka bir telâkki ve yaşayış biçimi yaygınlaşma eğiliminde görünüyor. Bu noktada çok bâriz olarak gözlemlediğimiz tablo şudur: Dost, akraba, ahbap meclisinde, bazıları üstelik herkesin dikkatini çekecek şekilde tv kanallarını açıyor ve sonuna kadar da ekranı açık tutuyor. Sesini kıssa bile, yine de açık tutmayı tercih ediyor. Çünkü, dost ve akrabalarla konuşacak bir sermayesi yok. Sohbet edecek bir şeyi olmadığı gibi, sohbete katkı yapacak naifliği de kalmamış. Belki de bilgi dağarcığı boşalmış durumda. Bilemiyorsunuz. Bildiğiniz ve gördüğünüz tek şey, gözlerinin sürekli şekilde ekranda oluşu…
Denilebilir ki, bu tür bir alışkanlık, zamanla kişinin içini boşaltıyor, ilim ve irfanını törpüleye törpüleye onu âdeta kuru bir ağaç kütüğüne dönüştürüveriyor.
*
Dost-ahbap meclisindeki sohbet ve muhabbeti katleden bir başka aktivasyon daha var. O da, tahmin edeceğiniz gibi elleri ve gözleri esir alan şu cep telefonları…
Evet, elleri ve gözleri sürekli şekilde kendiyle meşgul eden cep telefonları, haberleşmede büyük bir nîmet olduğu gibi, aynı zamanda en etkili birer “sohbet-muhabbet katili”dir.
Olur-olmaz yerde, gerekli-gereksiz şekilde kullanılan cep telefonlarının durmadığı-susmadığı, bir türlü susmak bilmediği ortamlarda, tatlı bir sohbetin lezzetine varmak, hatta bir imanî dersin feyzini almak, maalesef hakkıyla mümkün olamıyor. Bırakın ders-sohbet faslını, camide cemaat halindeki namazın huzurunu dahi bozanlar eksik olmuyor.
Siz ta baştan hatırlatıyorsunuz “Cihazları kapatın, hiç olmazsa sessize alın” diye. Ama, hem unutanlar ve bilhassa sonradan gelen bîhaberler yüzünden, o hatırlama da bazen boşa gidiyor.
Netice: Sahip olduğumuz her türlü cihazı, evvelâ yerine, usûlüne göre ve dozajında kullanmalı. Sâniyen, temel değerlere, müstahsen örf, adet, geleneklere zarar vermeyecek şekilde kullanmalı.