Bu yazıyı, -iki seneden beridir Rabbimin ihsanı olan evin tadilatı için ara verdiğim süreden sonra yeniden yazmanın sevincini yaşayarak kaleme alıyorum.
Okuduğum eserler (Risale-i Nurlar) benim ruh dünyamda o kadar tesir ediyor ki tarif edemem.
Öncelikle yazdıklarımı hayatıma tam olarak yansıtamadığımdan dolayı okuyucularımdan özür dileyerek sonra da onların samimi dualarını alarak yazıya giriş yapmak istiyorum.
Malumdur ki insan bu dünyaya cahil olarak gelir. İlim ve marifet için önce okuması gerekir.
Nasıl ki fiziki olarak tedricen büyür, yani önce emekler, sonra yavaş yavaş yürür. Daha sonra farklı fiziki özellikleri ortaya çıkar. Aynen öyle de ruhen kemale erecek kişinin kemale ermesi de tedricen olacaktır.
Onun için birinci aşama önce eserleri okumalıyım. İkinci aşama hakikatleri kabullenmeliyim. Üçüncü aşama sindirmeliyim. Dördüncü aşama öğrendiklerimi hayatıma tatbik etmek için irade gücünü elde etmeliyim.
Bildiklerimi hayatıma tatbik için bahane üretmeden zeminin uygunluğunu kullanmalıyım.
Siz değerli okuyucularımın nazarlarını, bildiklerimizi hayatımıza geçiremememizin sebebi olan bir konuya çekmek istiyorum.
Her insan aklen, kalben, bedenen hür olmak ister. Peki bu asır insanı ne kadar hürdür? Bir insanın hür olup olmadığını nereden anlayabiliriz? İnsan istediği eşyayı alamıyor, gezemiyor, istediği gibi ibadet edemiyorsa nasıl hür olur?
İnsanlar asırlar önce tam köle olarak birisine aitti. Orta Çağ’da kölelikten kısmen kurtulmuştur diyebiliriz. Yaşadığımız çağda ise insanlar ücretli bir işçi haline gelmiş durumda. Sabahın erkeninde işe yetişmek, aileye, çocuklara ayıracağın zamandan çalmak bu asrın bir gerçeğidir.
Beş, altı yaşından otuzlu yaşlara kadar okumak, sonra diplomalı köleler olarak bir başkasının emrinde
kısa ömrümüzü tüketmek ve ahiretimiz için yapmamız gerekenleri yapamayacak duruma gelmek ne kadar acıdır.
Şimdilerde ise bir ev alabilmek için neyini feda etmiyor insan? Yıllarımızı bu uğurda tüketip duruyoruz.
Oysa hadiste vardır ki, her sabah bir melek çağırıyor: “Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz, harap olmak için binalar yapıyorsunuz.”
Anlıyorum ki, aslında insan niçin yaratıldığını bir anlayabilse, bütün mesele çözülecek. Sonuçta harap olacak evler yaparken kendimizi nasıl da harap ettiğimizi bir düşünebilsek?
On günlük bir tatil için çocuklarımızdan bazen günlerce ayrı kalıyoruz. Sonra görenek belasından gelen hastalıktan dolayı, ‘Filan kişi filan marka araba almış, biz niye al(a)mıyoruz’ diye dert çekiyoruz.
Bir yazar şöyle diyor: ‘Göz ucuyla gözüm hep bir başkasında iken mutluluğu kaçırıp duruyorum. Anda kalıp anın tadını çıkaramıyorum.’
Böyle bir asırda kim nefsine nasıl hakim olacak?
Eskiden insanlar üç, dört eşyaya muhtaç iken, bu asır medeniyeti, medyası yirmi şeye ve markalara esir etmiş durumda.
—Devamı yarın—