Demek bu asırda sırat-ı müstakimde (istikamette) kalmak için Bediüzzaman Hazretlerinin şu veciz sözünü zihnimize kazımamız gerekir: Dört şey için dünyayı kesben değil (çalışmayarak değil) kalben terk etmek lazımdır.
Anlaşılan ebedi hayat olan ahiretimi kurtaracak duygu ve düşüncelere sahip olmam gerekiyor. Dünya için ahiretimi terk etmemem gerekiyor. Fazla mesai yapayım derken ailemden, ibadetlerimden çalmamam gerekiyor. Kalbimde haddi aşacak kadar dünyaya yer olmamalı. Her an O´nu düşünmeliyim, dünyayı da O’nun mülkü olduğu için sevmeliyim. O`nun her halimi görmesi, insanlar arasında yaşadığım gibi, yalnızken de aynı duygu ve düşüncelere sahip olmalıyım.
Dünyanın ömrü kısa olup, sür’atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.
İnsanda öyle duygular var ki ben de, bir güzel şeye kavuşunca o şeyden ayrılma düşüncesi bile o anki lezzeti tahrib ediyor, azaltıyor.
Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır. Duygu yanılgısı yüzünden zannediyorum ki hesabımda ne kadar çok param olsa o kadar mutlu olacağım. Ne kadar güzel bir tatile gitsem, güzel arabam olsa o kadar çok mutlu olacağım. Halbuki insan onlara sahip olurken, ne kadar çok tokat yiyor. Erken saatlerde kalkıp iş stresine giriyor.
Yani ne kadar lüks hayat o kadar zahmet...
Dünyayı, günlük işlerimizi aksatmadan elimizden geldiğince iyisini yapmaya çalışarak kalbimize girmesine izin vermemeliyiz.
Tabi bunların yazılması, okunması kolay olsa da realite baya zordur.
Ondandır ki konuyu dört sebeple yazmış Bediüzzaman Hazretleri. Bunlar: Dünyanın ömrü kısa olduğu gibi, bizim ömrümüz de kısadır.
Ömür çok süratli bir şekilde gidiyor.
Bir sene ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün gibi, bir gün bir saat gibi, bir saat bir dakika gibi geçiyor maalesef.
Sevdiğimiz şeylerden ayrılık o kadar acı oluyor ki insan hakikaten çok yıpranıyor. Bu durum gösteriyor ki ne kadar sahiplensem o kadar acı duyuyorum.
O zaman sevdiğim eşyanın kalbime girmesine izin vermemeliyim ki çok acı çekmeyeyim. Hem hürriyetimi o şekilde elde tutabilirim.
Birisi bize, ‘Bu bal çok lezzetli, bunu yerseniz, mideniz sonradan çok ağrıyacak.” dese, yer miyiz?
Çocukluğumda zehirli mantar yediğimi hatırlıyorum. Yerken çok lezzet almıştım. Fakat daha sonra mide ağrısı ve kusmakla kendimi yatakta bulmuştum.
Annemin şefkatli ellerinden içtiğim sütle Rabbimin izniyle ölümden dönmüştüm. Ne zaman bu zehirli bal örneğini okusam yaşadığım o hatıra aklıma gelir. Demek ki yediğimiz bir yemeğin veya işlediğimiz bir fiilin o anda lezzet vermesi o yemeğin ve fiilin başımıza sorun getirmeyeceği demek değildir.
Bir de bir şey ne kadar lezzetliyse o kadar bu dünyada tokat vurur, yani köle yapar. Kölelikten
kurtulmak isteyen nefsini ve kendini Rabbine, Yaratıcısına, malikine köle ederek terbiye etmelidir.
Bediüzzaman, “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.” derken, ne demek istiyordu acaba?