“Aziz, sıddık kardeşlerim;
Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, bu gaflet mevsimi olan baharda ve derd-i maişet belâsında, Risale-i Nur fütuhatında devam ediyor.” (Kastamonu Lâhikası)
Bediüzzaman Hazretleri, lâhikalarda çok yerde geçim kaynağının bir belâ olduğu ifade ediyorlar.
Halbuki insanlar işlerinin çok iyi olmasına seviniyorlar.
Peki herkesin sevindiği bir şeye Said Nursî Hz.leri neden belâ diyor hiç düşündük mü..?
Bir çok insan cam parçası hükmündeki dünyayı, bilerek ve severek neden elmas derecesindeki ahirete tercih edebiliyor..?
Oysa “Dünyanın bin sene mesud hayatı Cennetin bir senesine denk gelmediğini” Risale-i Nur okuyucuları ezberlemiştir.
İnsan nasıl bile bile Cenneti ihmal edip dünyaya hasr-ı nazar eder.?
Ehl-i dalâlet dünyayı öyle cazip hale getirdiki, ehl-i iman insanlar bile dünyanın geçici cazibesine kapılabiliyor.
Son model akıllı arabalar, akıllı telefonlar, akıllı ultra lüks evler insanın aklını başından aldı.
Dünyanın cazibesine kapılarak sersem oldular.
Sersem olduğumuzdan en değerli varlığımızı aldılar bizden.
“Eyvah.! Aldandık şu dünyayı sabit, hayatımız ise ölümsüz zannettik, o zan sebebiyle ömrümüzü bütün bütün bütün zayi ettik...” diyemedik..
Neden böyle olduk, acaba?
İktisad ve kanaat en büyük zenginliğimiz olmalıydı.
Düşük modelli bir arabaya binsek millet ne der diye daha fazla çalışmaya başladık.
Çocuğum telefonu arkadaşlarının yanında çıkarmaktan utanmasın diye, son model telefon almak için daha çok çalışmalıyım diye düşünmeye başladık.
Bizim hanım, Fatma’nın Ayşe’nin evini ve mutfağını gördüğünden daha güzelini istiyor diye daha çok çalışmalıyım dedik.
Ah şu gelenek görenek belâsı..
Onda varsa bende de olması gerekir tuzağı.
O lüks şatafat içindeki hayatı muhafaza etme korkusu. Var olduğum konumdan düşersem itibarım ne olacak endişesi.
Yarına kalacağımıza dair elimizde bir senet olmadığı halde, emeklilik hesabı ve açlık korkusu...
Gel gör ki nefis ücreti peşin şeylere koşuyor.
İnsanız işte, meyyaliz. Çalışırız hiç ölmeyecek gibi. Daha çok iş, daha çok çalış daha çok hırpalan…
Çocuğunla, ailenle en güzel anları yorgunluk yüzünden doyamadan yaşlılığa adım adım gitmek.
Sizi, Tv ekranlarında ve akıllı telefonlardan izlediğiniz dizilerden nasıl mutlu olunur diye oyalasınlar, aklınızı başınızdan alacak tatil yerlerine teşvik etsinler…
Halbuki gerçekler öyle mi?
Değil tabiî ki.
Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi, “rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcâtı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor.” (19. Lema)
Öyle bir belâ ki, bizi okumaktan alıkoyuyor.
Öyle bir belâ ki, ailemizle az zaman ayıramıyoruz.
Öyle bir belâ ki, nesebi kardeşten daha yakın kardeşlerimize gidip gelmekten imtina ediyoruz.
Biz dünyada birşeyler kazanmaya çalışırken, muhakeme gücümüz azaldığından, dinini dünyaya satan bedbahtlar bizleri de maişet derdiyle avlıyorlar.
Bu belâdan kurtulmanın çaresi, Nurlar’ı çok okumak, hizmette geri çekilmemek ve ne olursa olsun hizmet arkadaşlarıyla müfritane irtibat içinde kalmaktır.
Nasıl ki dünya ehli bir işte çalıştığı halde haftada iki üç gün iki üç saatini spora ayırıyorsa ben neden, beni hem bu dünyada mesud edecek hem Cenneti kazandıracak iman dersine gitmiyorum diye dertlenmeliyim…