Mağrur insan, kendini lâyemut sanır. Hiç ölmeyecekmiş gibi davranır. “Tûl-i emel” denilen uzun emellere kapılır.
Dünyada ebedî kalacakmış gibi hayaller kurar. Torunlarının torunları için bile evler, köşkler, saraylar düşünür. Kendini iyiden iyiye dünya saltanatına kaptırır: Saltanatın kendisinden oğluna, oğlundan torununa geçmesini ve böylece nesilden nesile bu silsilenin devam edip gitmesini arzu eder.
Evet, mağrur kişi geleceği bu minvâl üzere hayal edip durur; lâkin, çok fenâ halde aldanır. Zira, kendisi alaküllihâl (ister istemez) ölüp gidecek. Haliyle, saltanatı da bitecek ve o hayalini kurduğu istikbâl saraylarının yerinde yeller esecek.
Acaba, bu söylediklerimizin tersi mümkün müdür? Tersine bir durum hiç vâki midir? Yani, şu dünyaya kazık çakıp duran var mı? Dünya saltanatı hangi fâniye müyesser olmuş ki, şimdikilere nasip olsun? Yok öyle bir şey.
Onun için, herkes ve her yapı için muayyen olan bir mukadderatın olduğunu bilerek ve düşünerek hareket etmeli. Bu çerçeve içinde hareket edenler, dünyadan huzur içinde ve yüksek itibar sahibi olarak ayrılmışlar. Dolayısıyla, daima hayırla yâd ediliyorlar. Ki, bir insan için, hususan bir idareci için en mühim mesele budur.
*
Yukarıda sıralamış olduğumuz hakikatler, âdetullah denilen şu dünya ve kâinatın değişmez, değiştirilemez İlâhî kanunlarının bir neticesidir. Tersi bir durum söz konusu değildir.
Sultan Süleyman’a, Süleyman Peygambere kalmayan dünya, kime kalır? Kime kalmış? Kâinatın Efendisi (asm) dahi vasatî ömür olan 63 sene yaşayıp gitmiş. Lâkin, onun mânevi saltanatı devam ediyor. Mûcizane bir sûrette, kıyamete kadar devam edecek.
Hakikat-i hâl bu merkezde olmasına rağmen, kendini aldatıcı olan dünya saltanatına kaptıran mağrur insan, bu hakikati görmez. Belki kabullenmek istemediği için, görmek de istemez.
Ne var ki, kâinatı kuşatan İlâhî nizam ve intizam, hiçbir faninin arzusuyla değişip başkalaşmaz. Çar nâ-çar, herkes gibi bizim de o nizama uymamız icap eder.
*
Âdem evlâdının doğum anından itibaren sırasıyla yaşadığı bebeklik, çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve ölüm gerçeği, sâir canlılar için de geçerli. Kezâ, aynı hakikat, devletler, hükûmetler ve partilerin ömrü için de aynı şekilde geçerli.
Bu durum, yaşadığımız hikmet ve sebepler dünyasının değişmezidir, yani mukadderattan olan halleridir. İnsanlar gibi, partiler ve hükûmetler de fâni olup gitmekten kurtulamaz.
Dolayısıyla, dünya saltanatı için, siyaset ve iktidar için yakınıp dövünmeye hiç gerek yok. Elden gidince de, hayal kırıklığına uğramaya hiç hacet yok. Esasen, bunun bir faydası da yok.
*
Son olarak şunu ifade edelim: Kuvvetli ihtimalle, Türkiye siyaseti yakın gelecekte yeniden şekillendirilecek veya yeni baştan dizayn edilmeye çalışılacak. Temenni edelim ki, yeni tanzim, seçim dönemlerindeki o meşhur “tanzim satış çadırları” gibi kısa ömürlü olmasın. Ve bilhassa şahsa bağlı, yani şahıs merkezli olarak teşkil edilmesin. Zira, “prensipler demokrasisi”, ülke ve dünya çapında daha güvenli, daha itibarlı ve daha uzun ömürlüdür.
Final: Şahsın ömrü kısadır; misyonların ömrü ise, nisbeten daha uzundur.