Emr-i maruf ve nehy-i ani’l-münker dinimizin emriyle insan ve toplum düzeninin temel kural ve kanunudur.
İlmin, hukukun, ahlâkın ve düzenin oluşması için gerekli olan temel kural, iyiliği emretme ve yanlışa engel olma kuralıdır.
Bu iki kavram güzel ve iyi olanın yayılması, kötü ve yanlış olanın engellenmesi, gerek fert gerekse toplumun terakki ve tekâmülü için şarttır, Allah’ın emridir ve farzdır.
Kur’ân-ı Kerîm “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Âl-i İmran Suresi: 104.) buyurur.
Emr-i marufa ve nehy-i ani’l-münkere engel olan istibdattır.
Buyurgan ve baskıcı ruhlar kendi düşüncelerini dayattıkları için yanlışlarını görmezler ve göstermek isteyenlerden de hoşlanmazlar. Emir ve nasihat dinlemezler. İlim ve irfan sahiplerini yanlarından uzaklaştırır, “haklısın efendim” diyenleri yanlarına alırlar. Bu sebeple yanlışlardan kurtulamazlar. Sonuçta kendilerini de çevresini de toplumu da acı bir sona ulaştırırlar.
*
Allah’ın bu emri yalnız kişinin kendilerini değil, çevresindeki insanları da iyiliğe yönlendirmeyi ve kötülükten uzaklaştırmayı gerektirir. Bu konuda her birey sorumludur. İki kişi kısa bir yol arkadaşlığı dahi yapsa, aralarındaki hukuk ve ahlâk birbirlerine yardımcı olmayı, arkadaşına iyiliği emretmeyi ve yanlış bir şey yapıyorsa ikaz ederek engel olmayı gerektirir.
İslâm ahlâk ve hukuku bunu gerektirir.
*
Emr-i maruf ve nehy-i ani’l-münker görevini her insan kendi imkânları, bilgisi dairesinde yerine getirmeli, “müsbet hareket” prensibi ile, “nazik ve kibar bir üslupla” ve “kavl-i leyyinle” yani, yumuşak bir dille yapmalıdır. Müessir olan dil ve üslup budur.
*
Emr-i maruf görevi Allah’ın emri olan “Farzları” ve kesin olarak yasakladığı “Haramları” kapsar. Bu ikisi dışındaki hususlar emir değil, “tavsiye” niteliği taşır. “Nasihat” kısmına girer. Bu sebeple emr-i maruf yapıyorum diye insanların örf ve âdetleri ve dinen mübah olan hususlar emr-i maruf olmadığı gibi, alışkanlık haline gelen davranışların ve tavırların “taassupla” daha da güçlenmesine sebep olur, aksü’l-amel yapar.
Çünkü, insanlar alışkanlıklarını terk etmek istemezler.
İnsanlar “farzları yapsa, büyük günahlardan sakınsa” o toplum mükemmel bir toplum olur. Bediüzzaman “Farzları yapan kebireleri işlemeyen kurtulur” (Kastamonu Lahikası, s.155.) buyurmuştur.
*
Kur’ân-ı Kerîm “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et!” (Nahl Suresi: 125.) ferman eder. Hikmet, ilim ve irfanı içine alan İlâhî ve Nebevî bilgidir. Bunun için Peygamberin (asm) hadislerine “hikmet” denilir. Güzel öğüdün en güzeli Peygamber (asm) sözüdür.
Sözün tesiri kudsiyetinde ve söyleyenin ona uygun yaşamasındadır. Yaşanmayan ve özümsenmeyen nasihat tesirini göstermez. Zira içinde nasihatin ruhu olan “ihlâs” bulunmaz. Bu sebeple gerek emr-i maruf ve nehy-i ani’l-münker, gerekse nasihatı yapan kimsenin hayatı ile örnek olması gerekir.
Hayatı ile örnek olamayan birisi zaten nasihate muhtaçtır.