Her çağ ve kültür insan olmanın doğru biçimine dair imgeler ve kavramlar geliştirir.
Bu açıdan modernizm ve onun devamı niteliğinde olan postmodernizm girdiği tüm toplumlarda yalnızlaşma ve yabancılaşma gibi hastalıkların zuhur etmesine neden oldu. Şu an hali hazırda yaşadığımız postmodern çağ işte bu anlamda bireysellik peşinde koşan insanların bireyselliği yakalayamadan birliktelikten mahrum kaldığı çağdır.
Çağın sloganı haline gelen bireysel özgürleşme ve özerklik naraları gittikçe daha çok önemsenirken, ahlaki değerler ve değer verilmeyen gelenekler hayatımızdan birer birer uzaklaşıyor. Modern söylem içinde sosyal ilişkiler bir faydacılığa kurban edilirken, sosyal kurumlara bağlılık zayıflıyor ve narsistik ve sığ bir kimlik meşrulaştırılıyor. Postmodern kültür topluma ahlaki olarak örnek olabilecek bireyler yetiştiremiyor. Örneği olmayan toplumun akıbeti ise malum; dününü bilmeyen ve önemsemeyen, ahlaki değerlere ve geleneklerine yabancı köksüz bir nesil… Oysa Yahya Kemal’in “Ne harabiyim, ne harabatiyim... Kökü mazide olan atîyim!” metaforu ile ifade ettiği gibi, zaman dönemler arasında bir uçurum değil bir köprü olarak görülmeli ve ona göre yaşanılmalıdır. Nesiller arasında zamansal, mekânsal ve kültürel olarak yaşanılan bu kopukluklar kuşaklar arasındaki mesafeyi ahlaki ve insani olarak neredeyse kapatılması çok zor olan bir aralığa getiriyor.
Değerlerden bağımsız yetişen bir nesil, kendi içerisinde yaşayan ve içinde yaşadığı toplumdan yardım talep eden bireyi önemsemiyor.
Kültürel farklılıklar postmodern potada ayrıştırlırken, bizi biz yapan farklılıklarımız günden güne bizi birbirimizden ayıran ve kutuplaştıran bir katalizör halini alıyor. Böylesi bir ortamda her bir bireyin söylemi “ben” ile başlarken, bir zamanlar lügatlarımızda en çok kullandığımız “biz” artık neredeyse kullanılmaz hale geliyor.
Bireysel, cemaatsel ve toplumsal olarak yalnızlaştığımız, kutuplaştığımız bir ortamda “ötekileştirme” ise en kolay yaptığımız eylemlerden biri halini alıyor.
Tüm bu yaşanılanlar içinde yaşadığımız zamanın kaçınılmaz sonuçları değil, toplumu ayrıştırma, kokuşturma ve parçalama adına birileri tarafından özenle planlanmış sosyal mühendislik projeleridir. Ve bu projeye ayak uyduran her bir birey ise yazılan senaryonun figüranı…
“Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy” söylemi ile meşrulaştırılmaya çalışılan bu mantığı kendi adıma reddediyor ve bu senaryonun figüranı olmayı kabul etmiyorum. Benimle aynı düşünmeyen, farklılıklarını bana baskı unsuru olarak kullanmamak şartıyla istediği şekilde dile getiren herkesi saygıyla selamlıyorum. Bireysel menfaatler yerine toplumsal menfaatleri ön planda tutan herkesi takdirle alkışlıyorum. Yaşanılan bu olumsuzluklara rağmen ilkeli duruş ve tavırlarını muhafaza edenleri ise gıptayla izliyorum. Anlayacağınız mutluluğu, huzuru, bireysel ve toplumsal barışı burnunun üstünde unuttuğu gözlük gibi dışarıda arayan birey olmak yerine, kendi yanında, yakınında arayan ve bulan bireyler gibi olmayı, olabilmeyi diliyorum…