Kişisel gelişime karşı olsam da (ben toplumsal gelişimden yanayım) kişisel gelişim kitaplarının klişeleşmiş sözlerinden biri olan: “Bizi mutlu ya da mutsuz eden şeyler karşılaştığımız olaylardan daha çok o olayları algılayış şeklimiz ve verdiğimiz tepkilerdir.” cümlesine katılıyorum.
Hatta bir adım ileriye giderek olaylara verdiğiniz tepkilerin insanlığınızın göstergesi olduğunu düşünüyorum.
İçinden geçtiğimiz dönemde her gün insanlığımız sınanıyor bizler farkında olmasak da ve bir çoğumuz geçer not alamıyoruz bu sınavdan. Üstelikte bu sınavdan kalanların profili hiç de öyle sandığımız gibi bizimle aynı görüşe sahip olmayanların oluşturduğu homojen bir grup değil (Eminim hangi görüşteysek herkes karşı görüşün bu sınavda kalmasını arzu ederdi.) Yani biz hangi inanca mensupsak kendi inancımıza mensup olanların rahatlıkla verdikleri diğer görüşlere sahip insanların ekseriyetinin kaldığı bir sınav değil bu sınav. Kalanlar tamamen heterojen yapıya sahip ve her fikirden, her inançtan insan var, bu ortak kaderi paylaşan. İsterseniz ne demek istediğimi izah edeyim.
Şu anda dünyanın dört bir tarafında insanlar suçsuz yere ölüyor desem? Bazılarınız içinizden “Günaydın! Yeni mi haberin oluyor?” diye cevap verirsiniz. Olayı biraz daha daraltıp “Türkiye’de insanlar ölüyor!” desem. İçiniz biraz daha burkularak ama sosyal hayatınıza da devam ederek “Maalesef’” dersiniz. Biraz daha alanı daraltsan ve “yaşadığınız mahalde her gün insanlar öldürülüyor.” desem biraz daha merak ve endişeyle “Haberim yoktu, nerede? Kaç kişi? Neden?” diye endişe ile karışık bir sürü soru sorarsanız, sıranın size ve sevdiklerinize gelme ihtimalini düşünerek. Ama olayı iyice spesifikleştirsem ve sizin sülalenizden, ailenizden, insanlar öldürülüyor ve hatta baban yeni öldürüldü desem. “Ağlayarak, feryat ederek, belki de isyan ederek “Neden? Kime ne yaptı? Suçu neydi?” gibi haklı olarak sorgulayarak ve kahrolarak yaklaşırsınız tüm bu yaşananlara ve “Ne insanlık kalır söz etmediğiniz, ne adalet, ne de zulüm…” yine haklı olarak.
İşte haksızlıklar karşısında ateşin kendisine dokunmadığı insanların tavrıdır, duyduğunda hemen hiçbir şey olmamış gibi rahatlıkla hayatına kaldığı yerden devam edebilmek ve tek bir cümle ile bile olsa yapılan haksızlıkları tel’in etmemek. Çember daraldıkça verilen tepkilerin dozunun artması da aynı yaklaşımın ürünüdür.
Yakın dönemde Ahmet Hakan’a yapılan saldırı karşısında gösterilen tepkiler de bu kabilden. Kimine göre daha fazlasını hak etti. Kimine göre ise dili fazla uzadı. Kimine göre bundan sonra haddini öğrendiği bir ceza usulüydü ama geç bile kalındı. Kimilerine göre ise insan hak ve hukukuna yapılmış bir saldırıydı. Kimilerine göre ise özgür basına karşı yapılan bir hareketti. Kimilerine göre ise muhalif medyaydı hedef. Dikkat edilirse herkes kendi zaviyesinden inanç yapısından ama evrensel doğruların pek de bulaşmadığı bir inanç sistemine göre değerlendirdi bu olayı.
Bu sınavdan geçer not alanlar bence sadece bu olayı kınayanlar değildi. Aynı şekilde Star gazetesine yapılan bombalı eylemi de kınayanlardı. Bu sınavı verenler Sivas katliamını da, Başbağlar katliamını da aynı hassasiyet ve üzüntü içinde yaklaşanlardı.
Ve söylemek istediğim asıl şey yapılan hata hep aynı şekilde cereyan ediyor. Benim taraftarımsan, aynı görüşe mensupsak insan hak ve hürriyetlerinin ihlali sana yapılanlar ama benle aynı görüşte değilsen haddini bildirdi birileri ve sen de artık kendine çeki düzen vermelisin Yoksa… yoksası malumun ilamı.” yani nalıncı keseri kabilinden yapılan yorumlar.
Ve işte tüm bu ve daha fazla nedenlerden dolayı insanlığımız sınanıyor. Ve bu nedenlerden dolayı her ne sebeple olursa olsun Ankara’daki Gezi Parkı eylemi sırasında öldürülen Ethem Sarısülük’de bizim canımızdır, Rabia meydanında öldürülen Esma Biltaci’de ve daha niceleri. Çünkü ortak noktaları sadece ve sadece insan olmalarıdır. Bence yeterde artar bile.