En son YÖK kanunu ile gündeme gelen yeni değişiklikler ve son zamanlarda yaşananlar kendince ilkesi olanları bir şeyler yazmaya en azından bir şeyler söylemeye mecbur bırakıyor.
Eskilerin tabiri ile “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” tabiri şimdilerde “onu eleştirsen candaş, bunu eleştirsen yoldaş” olarak algılanıyor. Yani kullanmaya çalıştığınız kardeşlik dilini ne Haso, ne Hüso dinliyor. Anlayacağınız sabık olanla sadık olan birbirine karışıyor. Böylesi bir ortamda ‘dost acı söyler’ düsturu güderek yazdığım bu yazıdan bile en yakınlarım huzurum kaçabilir diye endişe ediyor…
“Elinize geçenin ne kadar değerli olduğunu bilmiyorsanız, maliyeti sıfır bile olsa, satarken zarardasınız” diye bir söz vardır, yaşadığımız şu günlerde biraz daha anlam kazanan. Nihayet ülke insanı artık rahat bir nefes alacak denildiği bir dönemde yaşanılanları anlamlandırmak gerçekten çok zor…
Tozun dumana karıştığı şu günlerde kendi tuttuğu siyaset ve cemaat görüşlerini savunanların psikolojisini anlamak ise farklı bir ustalık isteyen konu. Sadık olmakla, sadakati muhafaza etmek arasında gidip gelen çoğunluğun yaşanılanların arka planını bilmeden (kendi adıma hiç birimizin bilmediğini düşünüyorum) yapmaya çalıştıkları vefanın sadece bir semt olmaktan öte bir şey olduğunu gösterme gayreti. Her iki görüşe de dâhil olmayanların psikolojisi ise daha bir heterojen. Kimisi benim gibi amcaoğluyla, dayıoğlu kavga eden ve bir an evvel aile içi huzursuzluğu gidermeye çalışan birinin telaşesinde, kimisi olanlardan memnun ve ‘beter olsunlar!’ diye kıs kıs gülerken, kimisi ticari, kimisi siyasi, kimisi daha farklı sebeplerden dolayı endişeli…
Doksanların başında büyüklerimiz tarafından sık sık bizlere hatırlatılan; “Davette küfür ve hakaret, küfür ve hakarette davet yoktur. Zira bu tavır hem duyguları incitir. Hem de savunulan değerleri küfür ve harekete açık hale getirir.” Prensibini şimdilerde ise neredeyse hatırlayan yok gibi. Karşı tarafı olumsuz sıfatlarla eleştirenlere bunu hatırlattığınızda ise aldığınız cevap narsistik ve ironik; “Hatayı biraz da kendimde ararken fark ettim ki ben müthiş bir insanım...”
Oysa yaşadığımız her kutuplaşma, ülke insanının birbirine yabancılaşması demek, ayrışması demek, bizi biz yapan değerlerimizden biraz daha uzaklaşması demek. Unutmayalım; Cenab-ı Hak insanı yaptıklarına mecbur değil, yaptıklarından sorumlu olarak yaratmıştır. Öyle ya bizlere ne oluyor ki, referansımızın İslam olduğunu söylememize rağmen herkes kendine göre bir eylem ve söylem geliştiriyor? Oysa eylemlerimizin nasıl olması gerektiğini Müzzemmil suresinden, söylemlerimizin nasıl olması gerektiğini Müddessir suresinden öğreten bir kaynağa sahip değil miyiz?
Allah’tan tüm bu yaşanan olumsuzluklara rağmen “La taknatu min Rahmetillah…” diye bizi ferahlatan bir inanca sahibiz ve;
“Kesme nevanı içine salsalar da keder /Kırılsa gönül medd-ü cezr ile hepsi geçer, hepsi geçer…” diyen Şiraze gibi şairlere.