Vaktiyle, memleketin birinde, ihtiyar bir kadın çarşıda aile doktoruyla karşılaşır.
Biraz hoşbeşten sonra doktor, yaşlı kadına; “Eşiniz Beyefendi iyilerdir inşallah” der. “Artık terapilere de gelmiyor. Tırnak yeme rahatsızlığı geçmiştir umarım.”
Kadın, “geçti geçti” diye cevaplar. Doktor yine sorar: “Bu kadar kısa sürede demek. Oysa rahatsızlığı çok ciddi bir seviyede görünüyordu. Söyleyin, nasıl oldu bu?”
İhtiyar kadın hava atarcasına cevap verir: “Tırnaklarını yemesin diye takma dişlerini sakladım, vermiyorum…”
Bugünkü köşe yazımız, masumların dişiyle tırnağıyla uğraşan hâkimlerimiz hakkında olacak.
Ülkemizin Sulh Ceza Hâkimleri son günlerde fazla mesai yapıyorlar. Her yeni güne yeni bir tutuklama haberi ile uyanıyoruz. Bir tutuklama kararına bir de kanuna bakıyoruz ve her makul hukukçu gibi bizim de nutkumuz tutuluyor.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama tedbiri bir tür koruma tedbiridir ve aslında yalnızca istisnaî durumlarda uygulanması lazımdır. Ancak öyle olmuyor. Kırmızı reçeteyle uygulanması gereken tutuklama tedbiri, bu günlerde maznunlara harc-ı âlem “ağrı kesici” gibi dağıtılıyor ve hatta dayatılıyor.
Kanuna göre, sanık kaçmayacak ya da delilleri karartamayacaksa ve suç şüphesi de kuvvetli değilse davası görülene ve ceza alırsa kararı kesinleşinceye kadar serbest kalmalıdır. Zira aslolan masumiyettir.
Tutuklama tedbirinin uygulanmasındaki maslahat ise şudur:
“Sanığı yargılayıp suçluysa cezasını kesene ve kesinleştirene kadar içeride tutalım ki delilleri karartamasın ve yargılanmasını etkileyemesin. Ve elbette bir de cezadan kaçamasın, çünkü kaçarsa ileride suçu sabit bulunsa ve ceza alsa bile bu ceza kâğıt üzerinde kalmış olur.”
Katalog suçlar da denilen ve kanunda listelenmiş olan bazı suçlarda failin kaçma ve delilleri karartma şüphesi kendiliğinden gerçekleşmiş sayılır ama yukarıdaki ana kural yine geçerlidir.
Peki, tutuklama kararı verilirken bu kurallara uyuluyor mu?
Ne yazık ki hayır. Hâkimlerimiz, bilhassa “nitelikli olaylarda” tutuklama kararını bir koruma tedbirinden ziyade bir cezalandırma aracı olarak görüyorlar. (Nitelikli olay derken ne demek istediğimizi anladınız!).
Kaçma ve delilleri karartma tehlikesini tutuklamadan başka tedbirlerle izale etmek ve mâni olmak mümkünken, hâkimlerimiz en ağır tedbir olan tutuklama kararını gözlerini kırpmadan veriyorlar. Hele siyasî içerikli suç isnadlarında…
“Tırnaklarını yemesin”, yani “kaçmasını engelleyelim” dediği sanığın takma dişlerine el koyan hâkim, bu kararı verirken, “sanık konuşmasın, yemesin-içmesin ve başkalarına da ibret olsun” istiyor. Yani tutuklama kararı ile bir yandan -kendince- kanunî ya da siyasî maslâhatı sağlarken, bir yandan da aşamalar geçilip yargılama bitip suçluluk kesinleşmeden sanığı cezalandırıyor. Üstelik hakkı ve vazifesi olmadığı hâlde.
Unutmayalım; “ülkemizin bekası” için dişsizliğin artması işsizliğin artmasından çok daha tehlikeli.
Kanunları az çok bilen ve yanlışın farkında olan hukukçular, Kâzım Güleçyüz’ün tutuklanmasını da böyle görüyorlar. Bu yanlıştan bir an önce dönmek gerek. Hukuk devleti olmaktan uzaklaşmak bize hayır getirmeyecek. Çünkü hâl-i hazırda; ehl-i vicdanın, Avrupa’nın ve AİHM’in gözünde bir “dişsizler ülkesi” hâline geldik.