Vaktiyle, memleketin birinde, padişah fermanıyla halkın silah taşıması yasaklanır. Kolcular teftiş yaparken, Hoca Nasreddin’in üzerinde kocaman bir bıçak bulurlar ve “Sen padişahın fermanını işitmedin mi?” diye hocaya çıkışırlar.
Hoca “Efendiler, ben medrese hocasıyım” der. “Medresede katipler bazı harfleri, kelimeleri yanlış yazıyorlar. Ben bu bıçak ile o yanlışları kazır, düzeltirim.”
Zabıtalar şaşırır: “İyi de hoca, küçücük bir harfi düzeltmek için bu koca bıçak neyine gerek?” Hoca gülümser ve şöyle der: “Efendiler, bazen öyle yanlışlar oluyor ki bu bıçak bile az geliyor…”
Bugünkü köşe yazımız, “düşen bıçağı tutmaya çalışan” dostlarımız hakkında olacak.
Kimi ağabey ve kardeşlerimiz, bazı dost meclislerinde bizlere şöyle diyorlar: “Yeni Asya müzmin muhalif hâline geldi. Bu muhalefet dili içimizi karartıyor. Oysa bizim elimizde nur var. Yaptığımız muhalefet, elimizdeki nura talip olanları kaçırıyor.”
Evvela biz de Nasreddin Hoca gibi diyelim: “Biz kimseye körü körüne muhalefet etmiyoruz, hakikati söylüyoruz. Bugün iktidarın öyle büyük yanlışları var ki bu koca bıçak dahi yanlışları düzeltmeye yetmiyor. Yani yaptığımız muhalefet az bile.”
Muhalefet ediyor olmanın Nurlara talip olanları kaçırdığı fikrine gelince. Biz bu fikre de katılmıyoruz. Hatta aksini düşünüyoruz. Misal verelim:
Diyanet İşleri Başkanı bir konuşma yapıyor. Konuşmasında, Kur’ân-ı Kerîm’deki bir yasaktan bahsediyor. Binlerce kişi Başkanın konuşmasının altına şunları yazıyor: “İktidarın filanca yaptığı yasak değil mi? Onu da söylesene…”
Bir Cuma hutbesinde içkinin ve zinanın günah olduğundan bahsediliyor. Binlercesi hemen, “Peki iktidarın filanca zulmü günah değil mi” diye soruyor ve ekliyor. “Hutbede niye bunları duyamıyoruz!”
Cemaat ya da tarikatların hocaları, önde gelenleri, Allah’ın bir emrini hatırlatıyorlar. Onlara deniliyor ki “Bu emirleri iktidara da hatırlatmaya cesaretiniz var mı?”
Kısacası, din adamları haksızlıklara ve zulümlere karşı sessiz kalınca, “akılları gözlerine inmiş avam”, konuşmacının şahsı ve duruşu yüzünden, onun tebliğ ettiği hakikatleri de hor görüyor, karşı çıkıyor.
Yani din adamlarının iktidarın zulümleri karşısındaki sessizliği, dinin emirleri hakkında verdikleri nasihatleri tesirsiz bırakıyor.
Bununla birlikte bâtıl görüşlü bazı ilâhiyatçılar ve hatta İslamiyet’e savaş açan inançsızlar; iktidara karşı öyle bir muhalefet ediyor ve hakkı öyle bir söylüyorlar ki bu sayede takdir görüyorlar.
Siyasette hakkı söyleyerek müşteri çeken böyle bâtıl fikirlerin savunucuları; evvela revaçta olan içtimaî meseleleri nazara verip rağbet gördükten sonra, yanında eşantiyon olarak küfrü ve dalaleti insanlara sunuyorlar. Böylece onlar, dili bağlı ve baskı altındaki ehl-i hak ile mücadelelerine beş sıfır önde başlıyorlar.
Yani bizim hakikati söylememiz, haksızlığa karşı muhalefet etmemiz, Nurlara talip olanları kaçırmıyor. Biz hakkı söylemekten vazgeçtiğimizde, taliplilerin sayısı da artmayacak.
Bu maksatla ve iyi niyetle “muhalefet etmeyelim, tebliğ vazifemize zarar verir” diyen ve üslubumuzca muhalefetimizi eleştiren dostlarımıza şunları söyleyelim:
Düşen bıçağı tutmaya çalışmayın. Bu ancak elinizi yaralar, gönlünüzü incitir. Bunun yerine bıçağın bir ucundan da siz tutun, olur da yanlış yeri/kişiyi keserse diye buna mâni olmaya çalışın.
Hakikat keskin bir bıçak dahi olsa, o keskin bıçak bizim yârimiz olmaya devam edecek inşallah…