Küresel fesat şebekelerinin kışkırtmalarıyla yakılan Arap Baharı fitne ateşi, 2011 yılında Suriye’ye sıçradı. Küresel güçler tarafından kurulan ve silâhlandırılan DAİŞ, PYD gibi örgütler birbiriyle ve rejimle tokuşturuldu.
Gelinen noktada çatışmalarda bir milyon Suriyeli öldü, yüz binlercesi sakat kaldı. Ülkeleri de harabe hâline geldi. Suriye’nin, elli yılda eski hâline gelemeyeceği tahmin edilmektedir.
Bombardımanlardan kaçan Suriyelilerin bir bölümü, kitleler hâlinde Türkiye sınırına geldiler ve yetkililerin sınır kapılarını açmasıyla ülkemize giriş yaptılar. Bunlar önceden hazırlanan kamplarda bir süre tutuldu, sonra düzensiz, plansız bir şekilde değişik şehirlere dağılmalarına müsaade edildi.
İşin başında yapılması gerekli olanı:
Türkiye’nin, onları sınırlardaki kamplarda tutmaya devam ederek uluslararası camiayı harekete geçirerek rejimle muhaliflerin anlaşması için iyi bir diplomasi yürütmekle savaşı durdurmaya çalışmasıydı. Sonra bunların evlerine geri gönderilmesinin sağlanması idi. Türkiye’yi idare edenlerin öngörüleri, Suriye’de menfaatleri olan Rusya ve İran’ın oradaki rejimin kolay kolay yıkılmasına müsaade etmeyeceklerini görmeye yetmedi. ABD’nin dolduruşuna gelerek rejimin Tunus’taki gibi çabuk yıkılması planına destek verdiler.
13 sene süren çatışmalardan sonra Rusya ve İran’ın desteklerini çekmesiyle Esad rejimi zayıfladı ve Suriye Başşehri Dimaşk’ı (Şam’ı) kuşatan HTŞ (Şam Bölgesini Özgürleştirme Heyeti) örgütüne mukavemet etmeyerek yönetimi devretti. Esad ailesiyle Rusya kaçtı.
Daha önce küresel güçler ve Türkiye tarafından terör örgütü ilan edilmiş olan HTŞ örgütü, ülke yönetimini eline almış görünüyor. Ülkenin değişik bölgelerini ellerinde bulunduran çok sayıda silahlı örgüt, silahlarını HTŞ’ye teslim etmeden ve seslerini çıkarmadan bekliyorlar. Bunların ne yapacakları bilinmiyor. Görünüşte ülkeye sakin, ancak belirsiz bir hava hâkim durumunda.
Çatışmalar başlamadan önce Suriye, bizim 1950 öncesindeki tek adam yönetimine benzer bir rejimin demir yumruğu ile idare edilen bir ülke idi. Halkın çoğunluğu adaletten, hak ve hürriyetlerinden, medeniyetten mahrum, sefil bir hayat yaşamaktaydı.
Türkiye’ye sığınan beş milyon mülteci, 13 sene içinde, ülkemizde uygulanan kısmî demokrasi ile sağlanan hak ve hürriyetlerin, medeniyetin tadını aldılar. Öyle zannediyorum ki, bunlara Suriye tarafında yıkılan evleri yerine lüks konutlar yapılsa, sonra yaşamaları için yüksek maaş bağlansa, Türkiye’deki sıkıntılı hayatı tercih edip belirsizliğin hüküm sürdüğü ülkelerine geri dönmeyi istemeyeceklerdir. Zaten yapılan kamuoyu araştırmalarında, Onların % 80-90’ı ne olursa olsun Suriye’ye dönmeyeceklerini açıklamışlardır.
13 yıl içinde yüzbinlerce Suriyeli çocuk Türkiye’de doğdu. Ülkeye giriş yapan gençlerle beraber sayıları belki bir milyona ulaşan ve vatandaşlık almayan gelecekte ne olacakları belli olmayan genç Suriyeli bir nesil var. Bunların kendi hâllerine bırakılmaları durumunda bir bölümünün fuhuş ve uyuşturucu tüccarı mafyaların tuzağına düşmeleri ve Türkiye’nin sosyal hayatını tehlikeye atmaları kuvvetle muhtemeldir.
Elhasıl: “Zararın neresinden dönülürse kârdır” misali, ilerde yaşanması muhtemel sosyal problemleri en aza indirmek adına, zaman kaybetmeden ülkemizdeki Suriyeli sığınmacılara mülteci statüsü verilmesi, onlara iman ve ahlâk eğitimi ile birlikte Türkiye toplumuna entegrasyonlarının sağlanması için acil çalışmalar yapılarak kararlar alınması ve bunların uygulanmaya konması lazımdır. Sosyal problemlerin sürekli ertelenmesi ne idareciler ve ne de ülke için iyi olmaz.