Sevgi, coştukça coşan, içten içe hep kaynayan bir su pınarı gibidir. Akışkandır, hayat doludur, kıpır kıpırdır. Hayat nasıl bir bedene girdiğinde onu ruh sahibi yapıyor, canlandırıyorsa, sevgi de öyledir.
Bediüzzaman, sevgiyi bir tık daha ileriye taşımış ve ‘muhabbete muhabbet’ diye formüle edebileceğimiz bir üst katmana yerleştirmiş. Ne farkı var diyenler olabilir. Sadece bir şeyi ya da kimseyi sevmek ile sevginin kendini sevmek arasında, kâinattaki yaratılmış ve yaratılacak her bir hücre kadar fark var. Bir şeyi sevdiğinde, sevgin onun üzerinde sabit kalır. Sadece ona hasrolur. Onun bu sevgiye cevap vermesi ya da vermemesi senin için dünyanın en önemli hadisesi haline gelir. Sevgine karşılık bulman ya da bulmaman, senin hayatını Cennete veya Cehenneme çevirir. Duyguların, sadece onun varlığına endeksli bir şekilde uçlarda gezer. Eş, evlat, arkadaş, dost, mal, makam, güç, itibar... Liste böylece uzar. Kim neyi taabbüd edecek derecede bir numarasına koyuyorsa, hepsi için geçerli.
Ama sevginin kendini sevdiğinde, kimsenin üzerine bunu yapıştırmazsın. Onunla etiketlemezsin. Sadece onlara değil, yaratılmış, yaratılacak her varlığa sevgini bulaştırırsın. Şehrin ana trafosunu düşünün. Farzedin ki öyle bir imkân olsun ve ana trafoya bir ampul bağlayın, düğmeye basın. Sonuç ne olur?
Bir de direkler dikin, hatlar çekin, kabloların geçmediği hiçbir yer kalmasın. Her direğe de ampul koyun ve öyle düğmeye basın. Tellerin geçtiği her yer, aydınlık adına bir gösterge olmaz mı? İşte sevgiyi sevdiğinde, tüm kâinattaki her bir hücreye elektrik direği dikmiş, uçlarına da ampul takmış ve ana düğmeye basmış gibisindir. Her yerin, her şeyin aydınlıktır. Çünkü bütün her yer senindir, sana bu sevgiyi verenindir.
Sevmeyi sevmek, sevgi duygusunu yaratanı, sana nasip edeni sevmektir. Haliyle tek yaratılan sen olmadığın için, sevgin kâinat kadar genişler, şehrin ana trafosu gibi her yeri kapsar ve bağlar. ‘Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek’ de, böylesi bir anlayışın numunesi olsa gerek.
Sevgiyi sadece eşine, çocuklarına, üç beş dostuna, birkaç arkadaşına verip, başka her şeye nefret duyanları görüyorum ve hep ana trafoya tek ampul takma örneği geliyor. Düşünsenize, her zerreyi sevecek bir güç motoru içinize dercedilmiş. Siz sadece odanızı aydınlatmakta kullanıyorsunuz. Denize atsanız kaynayacak, kocaman gemilere koysanız hareket ettirecek, uçakları, trenleri en yüksek hızla döndürecek, dağları yerinden kaldıracak, gezegenlerin yerini değiştirecek bir güç kaynağı var elinizde. Ama siz sadece mutfaktaki mikserde kullanıyorsunuz. Ne feci...