Ama ne kadar da kendimizden emin kurarız bu cümleyi. Ne kadar da haklıyız aslında hak ettim derken, deyiverirken... Hak ettim. Hak etmedi. Hak etsin, ondan sonra yesin, içsin, dinlensin, oyuncaklarıyla oynasın vs. Hak etsin, öyle mi?
24. Söz’de Üstad’ın bir cümlesi vardı. “Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.” İnsan ücretini peşin almıştır, bu dünyaya gönderilirken. Öyle ya... Gözümüz var, kulağımız var, ayağımız, kolumuz, sağlıklı işleyen bir bedenimiz... Ömür boyu hiçbir ses duymadan yaşayıp ölen var. Ömür boyu bir tek dünya cismi görmemiş, görmeden ölmüş olan var. Engelli doğduğu için annesinin babasının elini tutamamış, bir topun peşinde koşamamış insan var. Biz elimizi, ayağımızı hak etmiş mi oluyoruz şimdi? Ya da bu sağlıklı organlarımız için bir bedel ödedik mi? Hayır. Neyi hak etmiş olduk o zaman? Kendi bedenimiz bile bizim değilse, kendi bedenimizi bile hak etmiş değilsek, dünyada insan neyi gerçekten halletmiş olmalı ki, bir şeyleri hak etmiş olsun. Hiç... Boş laf…
Ama biz hep sevgisi şartlı verilen neslin çocukları... “O işi yap, ondan sonra oyna... Biraz çalış canım, ter akıt, ondan sonra dinlen... Dinlenmeyi bir hak et… Derslerini çalış, ondan sonra oyun oyna.” Hep “şartlı” verilen sevgilerin, emeklerin karşılığı nasıl oldu biliyor musunuz? Parasını verince her şeyi satın alabileceğini zanneden kocaman bir nesil… Bedelini ödüyor ya... Hakkediyor artık. İnsan hakkıymış, ahlâk kurallarıymış, vicdanmış, merhametmiş tek kalemde geçiyor. Umurunda bile olmuyor. Eğer mevzu kendisi değilse tabiî.
Herkesin kavuşmak istediği şeyler için bir şeyler yapmasının zorunlu olduğu bir dünya düşünün. Merhameti, vicdanı, yardımlaşmayı, sevmeyi, fedakârlığı bu dünyanın hiçbir yerine koyamazsınız. Bu fiiller, bu dünyanın hiçbir yerine girmez, giremez. Düşünsenize. Karşıdan karşıya yaşlı bir teyzeyi geçireceksiniz. Teyze bunun için size bedel ödemedi ki, neden böyle bir şey yapasınız? Yolda giderken bir çocuk bisikletinden düştü, ağlıyor meselâ. Ona yardım etmek için bir sebebiniz yok. Çünkü çocuk bunun için bir bedel ödememiş.
Bir de başka cenahtan bakalım. Emek verdiğiniz, uğrunda terlediğiniz bir şeyi elde ettiniz diyelim. Artık o benim diye bakarsınız. Ben onun sahibiyim, bunu hak ettim böbürlenmesi, enaniyeti... Bütün damarlarınızda hissedersiniz o duyguyu. Ve fisebilillah vermek, size artık zül gelir. Neden? Çünkü siz çalıştınız, hak ettiniz. O da çalışsın, o da hak etsin... Öyle ya...
Heyhat! Tek bir nefesine sığamayan insanoğlunun saçma sapan aldanışları... Sadece kendi bedenine bile hükmedemeyen insanın dünyaya hükmetme gayretleri...
Ayla Aydemir, Sol Yanım Acıyor Anne kitabında der ki: “Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa sadece tarla idi. Ekip biçip gidecektik.” Ben de ekliyorum. Bir kedi sevecektik. Bir rüzgâr geçecekti yüzümüzden. Bir tefekkür edecektik. Bir suya girecekti ellerimiz. Bir çocuğun saçını okşayacaktık. Bir çiçek sulayacaktık, geçip gidecektik. Ne çok abarttık.
Öyle değil mi?