Divan-ı Harb-i Örfî eseri günümüz insanın suskunluğuna karşı doğruyu söyleme ve hakkı ayakta tutma dersleri veren bir nutuktur.
İnsanlığın yaşadığı duyarsızlık ve suskunluğa karşı hakkın ve doğrunun yanında olmayı ve her şart altında hakkı ve doğruyu dillendirebilmeyi gösteren bir müdafaadır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle sadece o zamana değil tüm nev-i benî beşere hitap etmektedir. Cemiyet-i beşeriyenin gaddarâne hallerinin tenkit edildiği bu eser zalimce yapılan işlere karşı bir hakikat tavrıdır. Gaddarca yapılan birçok haksızlığa karşı suskunluğun tercih edildiği şu asırda kabr-i kalpten hakikatlerin çıplak çıkmasına yani açıkça söylenmesine çok ihtiyaç vardır. Namahrem olanlar yani bu hakikatlerin söylenmesinden rahatsız olanlar olacaktır ki onların rahatsız olması veya olmaması hakikatleri söylemekte olanlar için bir ehemmiyet arz etmemektedir.
Vicdanen olmayan bir tazibden başka hiçbir baskı, korkutma ve sindirme bizi geriye döndüremeyecektir. Yanlışın tenkidi hakkın kıymetini korumak için elzemdir. “Ne yapılırsa yapılsın ben sadece seyrederim” tavrından kurtulmak lazımdır. Doğruyu söyleyebilmek için kabir beklenilmemelidir. Zira insan ölmeden önce söyleyebildiği doğrunun ancak mükâfatını alabilir. Söylenmeyen veya söylenemeyen doğrular ise üzerine düşen vazifeyi yapmamanın verdiği bir ceza olarak karşımıza çıkar. Mazlumiyetle ölmek ve zalimiyetle yaşamak arasındaki tercih doğru yapılmalıdır. Zira hayırlı olan tarafı seçilmez ise sonuç itibariyle de hayırsız neticelerle karşılaşılır. Adalet gibi değerler durduk yere sağlanabilen hakikatler değildir. Adaletsizlikler tenkit edildikçe onun yerine konulacak adalet için yer açılır. Bu nedenle gaddarâne halleri tenkit etmek bir vazifedir.