Peygamberimiz (asm) Veda Hutbesinde: “Benden sonra cahiliye dönemine dönüp birbirinizin boyunlarını vurmayın!” diye ikaz etmişti. Cahiliye dönemi ve İslâm’ın ilk yılları problemlerin sebep ve çözümleri ile birlikte laboratuvar gibi görüldüğü ve kıyamete kadar tekrar edeceği hadiselerle doludur. Bu sebeple alınacak dersler çoktur.
İnsanlığın özellikle ezilenlerin en önemli meselesi esas konularda ittihad edememeleri ve birlik olamamalarıdır. Bu dağınıklık sebebiyledir ki şer kuvvetler, menfaat çeteleri ve komiteler az bir kuvvetle toplumları yönlendirmekte, siyasetçileri tesir altına almakta ve ülkelerin maddî ve manevî kaynaklarını sömürmeye devam etmektedirler.
Bu husus Hadis-i Şeriflerde de şöyle haber verilir: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâm’ı esaret altına alır.” (Mektubat)
Çarpıştır ve hükmet
Şer kuvvetler toplumlardaki mevcut bölünmelerden istifade ettiği gibi yeni ihtilâflar ortaya çıkarırken mevcutları da derinleştirirler. Farklı fikir ve düşünceleri bölünme, ayrılık ve niza haline getirirler. Onlar için toplumları ya da ülkeleri bu şekilde ele geçirmek ve yönetmek daha kolaydır. Meselâ İngiltere’nin uzun süre hâkimiyetini devam ettirdiği memleketler bir kaç farklı mezhep, din ve millet ya da kabilelerden meydana gelen ve de bu ayrılıkların çok önemli görüldüğü ülkelerdir. Hindistan iyi bir misaldir. Asırlarca Müslüman idarecilerin huzur içinde yönettiği memleket İngiliz hâkimiyeti ile birlikte derin ayrılıklara ve bölünmelere düşmüştür. Sömürgeci yönetimin Müslüman, Hindu ve Sihleri birbirlerine karşı kin ve nefret araçlarıyla yönettiği ülke en nihayetinde birbirlerinin en büyük düşmanları haline gelmiştir. Yakınımızdaki Ortadoğu da aynı şekilde. Farklılıkların bölünme haline getirilerek derinleştirilmesiyle bölge dünyanın en kanlı ve en kolay sömürülen coğrafyalarından biri haline getirilmiştir.
Tek parti dönemindeki Türkiye’de çok farklı değildi. Doğu’daki isyanlar ve Dersim Hadiselerini Türk, Kürt, Sünnî ve Alevîler arasında husûmet ve gerilim şeklindeki yönetim araçları olarak görmek mümkün! O zamanki yönetim tahriklerle başlayan birkaç kalkışma ile koca memleketi yirmi beş sene kolayca idare etmiştir. Onca zulüm ve sefalete rağmen halkı, tabiri caizse kıpırdatmadan yönetmiştir. O dönemlerde açılan ve derinleştirilen yaralar günümüzde de kanamaya devam ediyor ve en önemli problemlerimizden.
Yöneticileri şaşırtan gizli komiteler
Risale-i Nur’da “vehimleri tahrik ederek hükümetleri ve devlet görevlilerini şaşırtan gizli komitelerden” sıkça bahsedilir. İslâm dünyasına bakıldığında şer kuvvetlerin faaliyetlerini arttırarak devam ettirdiği anlaşılmaktadır.
Peygamberimiz (asm) Veda Hutbesinde: “Benden sonra cahiliye dönemine dönüp birbirinizin boyunlarını vurmayın!” diye ikaz etmişti. Cahiliye dönemi ve İslâm’ın ilk yılları problemlerin sebep ve çözümleri ile birlikte laboratuvar gibi görüldüğü ve kıyamete kadar tekrar edeceği hadiselerle doludur. Bu sebeple alınacak dersler çoktur.
Cahiliye döneminin özellikleri nedir? Tarafgirlik, kabilecilik, düşmanlık, birbirlerine tahammülsüzlük, haksızlık, zulüm ve hepsini içine alan vazgeçilmez putları.
Daha ilk dönemlerde bile Cahiliye döneminin adetlerinin putlar hariç neredeyse tamamının çeşitli hastalıklar şeklinde bazı damarlarda yeniden nüksettiğini görüyoruz. Hz. Ali’yi (ra) şehid eden Haricî anlayışın yaptıkları suçlamalar ve düşmanlık bunun acı sonuçlarıydı. Ardından Hz. Hüseyin’in (ra) şehadeti... İsyancı Hariciler ve Emevî devleti fanatizm ve radikallikte aynı çizgide buluşmuştu.
Devam eden Emevî ve Haricî taktikler
Taştan yapılan putlar yıkıldı, ancak nefis ve enaniyetler bir nevi putlaştırıldı. İnsanlar siyasî görüşlerini ve liderlerini de putlaştırdı. Tarafgirlik ve inad ve muhalifleri suçlamak taşlaşmış davranışlara dönüştü. Fanatik ve radikaller için farklı düşünce ve farklılık tahammül edilemez hale geldi. Farklı düşünüyorsa onlara göre haindir. İsterse Hz. Ali (ra) olsun! Günümüzde ise haberleşmenin eski dönemlere göre inanılmaz ölçüde artması ve medyanın suiistimaliyle tarafgirlik ve fanatizm daha da şiddetlendi. İşte Irak, Libya, Yemen, Suriye ve sıradakiler.
İslâm dünyasının büyük ekseriyeti Ehl-i Sünnet olmasına rağmen siyasette, Haricî, Emevî ve Müfrit Şia damarları devam etmektedir. Yukarıda bahsedilen Hadis-i Şeriften kin ve nefret dilini kullanarak nifak ve şikaka sebep olanların bilerek ya da bilmeyerek Süfyan ve Deccal’a alet olduklarını da anlıyoruz.
Tarih boyunca siyasetçiler taraftarlarını arttırmak veya sabitleştirmek için karşı tarafa ciddî suçlamalar yapmayı siyasî mücadelenin vazgeçilmez bir taktiği olarak görmüşlerdir. Politikacılar, eğitimsiz ve avam olarak düşündükleri halka ulaşmak için genelde radikal, keskin ve slogan şeklindeki basit ifadeleri ve tarifleri kullanmayı tercih ederler. Herkes revaçta olan kendi kavramını kullanır. Hariciler kendinden olmayanlara kim olursa olsun “kâfir” derlerdi. Yönetimlerde hükümdara muhalif olanlara ise “asi” ve “hain” denirdi. Fransız ihtilâliyle krallık sona erdiği için “vatan haini” kavramı icad edildi.
İktidarıyla muhalefetiyle hemen hemen herkes muhaliflerinin en az kendileri kadar Müslüman ya da Hıristiyan veya vatansever olduklarını biliyorlardı, ancak siyasetin dili böyleydi. Bu siyaset dilinin en büyük zararı ise taraftarlarda gerçek olarak algılanmasıdır. Siyasî mücadelenin onca şiddetine rağmen politikacılar zaman zaman rakipleriyle bir araya gelebilirken mücadelede hiçbir kazancı ve kaybı olmayan taraftarlar kardeşleriyle bile selâmı sabahı kesmektedirler.
Unutmamak gerekir ki siyasî taktiklerin ve radikal sloganların getirdiği başarılar geçicidir. Toplumdaki derin ayrılıklarla güç kaybı başlar ve en nihayetinde memleket önce kargaşaya sonra da yabancı güçlerin tesiri altına girer.
Farklı düşünmek insanın yaratılışında var
Cenâb-ı Hak Kur’ân’da ferman eder: “Sizi taife taife, millet millet, kabîle kabîle yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz.” Ancak insanların bir kısmı bu farklılığı düşmanlık vesilesi yapmıştır.
İnsanlar farklı milletler şeklinde yaratıldığı gibi fikir, çözüm yolları, tarz, metod, meslek ve meşrep olarak da çok farklı şekillerde yaratılmıştır. Hepsini tek bir düşünceye, fırka ya da gruba mahkûm etmek “üstün ırk” anlayışında olduğu gibi yaratılışa ve fıtrata itirazdır. Farklı fikirler yardımlaşma, dayanışma, eksiklerin ve yanlışların fark edilmesi ve bir nevi meşveret ve şûrâ içindir, İslâm’ın önemli bir emridir. Ayrıca farklı kabiliyet ve istidatların inkişafına vesiledir.
Bugün siyasetçilere, Sivil Toplum Kuruluşlarına ve medyaya düşen görev birlik ve beraberliği bozan siyaset dilinden uzak durmaktır. Memleketi şer güçlerin tesir sahasından kurtarmanın yolu kardeşlik ve dayanışmayı yeniden tesis etmektir. İktidarıyla muhalefetiyle ülkeyi sürekli bir iktidar kavgası, iç ve dış düşman geriliminde ve teyakkuzunda tutmak memleketin enerjisini boşa harcamaktır. Eğer terk edilmezse ilerde vahim kırılmalara sebep olacağı unutulmamalıdır.