Eylül aradan geçen bu kadar zamana rağmen tesiri hâlâ devam eden bir ihtilâl. Türkiye ihtilâl ile yeniden yapılandırıldı. Yasaklar, idamlar ve yüzbinlerin hapsedilmesi ile memleket yeniden formatlandı. Kurtulmaya başladığı derinlerdeki istibdat cenderesine başka isimler altında yeniden sokuldu.
1960 Anayasa’sı demokratik hükümetleri iş yapamayacak bir seviyede tutmak üzere hazırlanmıştı. Birileri bu açıktan faydalanarak, ihtilâl ile ortaya konacak projelere içten ve dıştan destek görmesi için terör ve kaosu besledi.
İhtilâlciler dünya gündemini de istismar ettiler. Sovyetler, Afganistan’ı işgal etmişti. Doğu Avrupa’nın işgalinden sonra Sovyetler tekrar yayılmaya mı başlıyordu? Hür dünyada ciddi bir tedirginlik başlamıştı.
İran’da mezhebe dayalı yeni bir rejim kurulması da yeni stratejiler için uygun bir zaman idi. Mezheplerin ve dinin vitrinde olduğu siyasî iktidarların önü açılabilirdi. Birbirini dengeleyecek daha doğrusu tüketeceklerdi. Gözler Türkiye’ye çevrildi.
Türkçülük de ihtilâlcilerin vazgeçilmezlerindendi. Kürtçe yasaklandı. Bin yıldır beraber yaşayan insanların arasına fitne sokularak ayrışmanın kıvılcımları ateşleniyordu. Asker ve polise hep ihtiyaç duyulacak kavmiyetçi duyguları ayakta tutacak programlar hazırlanıyordu.
Yeni sistemde kontrolü elde tutacak Kemalizm esas olacaktı. İhtilâlin lideri sık sık “Unutturulan Atatürkçülüğü tekrar canlandıracak ve hâkim kılacağız” diyordu. Yine meydanlarda âyetler okuyarak İslam’ın yeni projeye vasıta veya alet edileceğinin de ipuçlarını veriyordu. Demokrasinin karşısına millî ve manevî değerler çıkarılıyordu.
İktidar kimlere bırakılacaktı? Güney Amerika tecrübesi de gösteriyordu ki “asker dönemi” bütün dünyada bitiyordu. Halkın nazarında sabıkalı olan CHP de artık resmî ideolojiyi yürütemezdi. Zaten 12 Mart’ta askerin istediği generali cumhurbaşkanını seçmeyerek yeni çizgisini göstermişti. Artık bu vazifeyi sağdan birilerine vermek gerekiyordu.
Nasıl bir sağ? Açık, şeffaf, delegelere ve dolayısıyla halka dayanan merkez sağın kontrolü mümkün değildi.
İhtilâlciler mesaisinin önemli bir kısmını merkez sağın dağıtılmasına harcadı. Demirel yıllar sonra ihtilâl liderine “Bizi yasakladınız, güya en çok şikâyet ettiğiniz iki eğilime iktidarı teslim ettiniz” demişti.
12 Eylül aynı zamanda son dönemlerin neredeyse en büyük psikolojik harekâtını da yaptı. Sağ ve solun en uçlarına kadar bütün “kanaat önderleriyle” görüştü. Çok azı hariç hepsini bir şekilde ikna etti.
Yeni Anayasa hak ve hürriyetleri alabildiğine kısıtladı. Üniversitelerden, sendikalara ve sivil toplum kuruluşlarına kadar her şey kontrol altına alındı. Geçen dönem içerisinde birkaç düzeltme görüntüsü altında şartlar daha da ağırlaştırıldı.
Bütün bunlara karşı neler yapıldı? Yeni Asya, bütün baskı ve ihtilâllere karşı olduğu gibi bu ihtilâle ve resmî ideoloji dayatmalarına karşı çıktı ve bedel ödedi. Demirel ve ekibinin kansız-kavgasız sivil direnişini de takdir ile yâd etmek gerekiyor. Yine sosyal demokratlardan bir kesimin de baskılara karşı çıkması da unutulmamalıdır.
Bu mücadelelerin boşa gitmediği önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacaktır.