12 Eylül 1980 ihtilalinden hemen sonraki yıllardı. Başbakan Süleyman Demirel Hamzakoy ve Zincirbozan sürgünlerinden sonra evinde adeta gözaltındaydı. Yine de mücadelesine hız kesmeden devam ediyordu.
O zamanlar üniversite öğrencisiydik. Terör yuvası haline getirilen üniversitelerdeki anarşi ve kargaşayı iliklerimize kadar yaşamıştık. İhtilal öncesi de ülke sıkıyönetim ile yönetiliyordu. Ancak birilerinin “ihtilal olgunlaşsın” diyerek kasıtlı olarak emniyet güçlerine engel olduğunu yakinen yaşamıştık.
Üniversiteden bir grup arkadaş ile Demirel’in İstanbul Tuzla’daki ikametgahına gittik. Bizleri sıcak bir ilgiyle karşıladı.
Arkadaşlarımızdan birisi sordu: “Bütün siyasi partiler kapatıldı. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?” Demirel: “Parti, elinde silah olan birilerinin kapatmasıyla kapanmaz!” dedi. “Partimiz saat gibi çalışıyor. Teşkilatların tamamıyla irtibat halindeyim. Asla ümidinizi kesmeyin. Peygamberimiz en zor anında bile: ‘Korkma Allah bizimledir’ dedi” şeklinde sözlerine devam etti. Gerçekte Demirel’de muazzam bir gayret vardı. Bizim memleketteki ilçe teşkilatındakileri bile defalarca aradığını işitmiştik.
Bir arkadaşımız da “Israrla demokrasi diyorsunuz. Nedir bu demokrasi? Neden ihtilaller hep size yapılıyor?”
“Kardeşim meşveret ve şura Kur’an-ı Kerim’de emrediliyor. Bu açıdan demokrasi çok önemli. Kısaca hülasa edelim” diyerek devam etmişti:
“Önceden toplumları ve devletleri krallar ve hükümdarlar yönetirdi. Geleneklere ve kendi şahsi görüşlerine göre memleketi yönetirdi. Bu çağlar boyu devam etti. İyi yönetim, halkın talihine bağlıydı. Hükümdar iyi ise halkın refah ve hürriyeti emin ellerde idi. Ancak bütün dünyada halkın talihi hiç de yaver gitmedi.
Nihayet halk dedi ki: ‘Ey kral veya hükümdar! Tamam bizi yine sen yönet! Ancak aynı suçu işleyen birisi idam ediliyor, diğeri serbest geziyor. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Sen istediğin şekilde yazılı bir kanun çıkar, ilan et ve bilelim! Bizi ona göre yönet.’”
Bir süre böyle devam etti. Ancak bu da ihtiyaca cevap vermedi. Halk ‘Ey kral, senin yaptığın bu anayasa ya da kanunlar bize uygun değil. Madem vergi veren ve askere giden benim. Bu anayasayı ben yapacağım. Beni, benim anayasama göre yönet.’”
Bir süre de böyle devam etti. Ancak problemler artarak devam etti. En nihayetinde halk ‘Benim hazırladığım anayasaya göre ben kendi kendimi yöneteceğim.’ dedi. Kendi içinden rahmetli Adnan Menderes’i çıkardı. Bütün hür dünyada olduğu gibi Menderes ve ekibi içinden çıktığı halkı, halkın istediği gibi yönetmeye başladı. İşte kıyamet orada koptu. Birileri ‘Devlet biziz, biz kurduk. Siz kimsiniz!’ dedi. Bize yapılan da Menderes ve arkadaşlarına yapılan ile aynıdır. Memleketi eğer birilerinin istediği gibi yönetirseniz mesele yok. Onların çizgisinin dışına çıkarsan sonuç işte budur.”
“Bütün bu zor şartlara rağmen asla yılmak yok. Bütün dünyada olduğu gibi bu topraklarda da demokrasi mücadelesinden asla vazgeçilmeyecek.” diyerek sözlerini tamamladı.