Erzincan’da yaşanan facia, gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin kanayan yaralarından birisinin göstergesi. Her bir kaza veya felaket daha büyük faciaların öncüleri ve habercileridir.
Bu sebeple ciddiye alınmalıdır. Türkiye hem madencilikte hem de altın üretiminde siyanür metodu sebebiyle ciddi problemlerle karşı karşıyadır. Ülkemiz ilkokul kitaplarında hamasi olarak propagandası yapıldığı gibi yeraltı madenleriyle zengin bir ülke değildir. Şüphesiz kader cihetinden bakıldığında bize düşen şükür olmakla birlikte Cenab-ı Hak, rızkımızın ekseriyetini başka kaynaklardan veriyor. Bu sebeplerle madencilikte tedbire daha çok dikkat etmeliyiz.
Birçok ülkede açık madencilik yada toprak yüzeyine yakın madenler varken memleketimizde altından, kömüre ve petrole kadar birçok maden daha derinlerde. Bu sebeple maliyet, risk veya tehlike çok yüksektir.
Altında ise önemli bir dezavantaj daha var. O da siyanür. Altın görünür şekilde büyük ve tanecik şeklinde olursa taş ve topraktan ayrıştırmak kolay ancak daha küçük yada toz gibi olursa şimdilik ancak siyanürle ayrılabiliyor. Türkiye’de de siyanürden başka bir metod mümkün değil.
Evet Türkiye’de bütün sahalarda madencilik zor. Siyanür de zor. En tehlikeli zehirlerden. Nehirlere, derelere ve yağmur sularıyla yeraltına karıştığı zaman korkunç felaketlere sebep olabiliyor. Elbette madencilikte ve siyanür metodunda tedbirlerle üretim mümkün. Ancak maliyetler artıyor. Bunu kontrol edecek olan da devlet. Gerçi Almanya gibi ülkeler ve ABD’deki bazı eyaletler siyanür kazalarının tedbirlere rağmen her zaman mümkün olduğunu fark ederek yasaklamışlar.
Bizde ise insan, insan hakları ve çevre ucuz. Para ve altın daha önemli. Batı’ya maddeci, materyalist diyoruz. Ancak materyalizm az gelişmiş ülkelerde daha köklü ve daha yıkıcı.
İnsan haklarının “madenlerle ne ilgisi var?” diyeceksiniz. Elmas ve altın madenlerinin eski köleleri Mandela’nın ülkesini hatırlayalım. Gazze’deki insan haklarını en iyi anlayan ve mücadelesini veren onlar.
Türkiye bazı ülkeler ve şirketler tarafından zannettiğimizden farklı tanınıyor. İnsan hakları, işçi hakları, iş güvenliği ve çevre gibi konularda dünya sıralamasında son sıralarda. Bu konulara fazla yatırım yapmadan tatlı karlar mümkün kanaati var. Zaten Avrupa Birliği gibi bu standartları kontrol edecek bir sistem de yok. Bu kanaatleri kırmak gerekiyor.
Son dönemlerde Avrupa ve ABD’de maliyetleri iyice artıran insani şartlardan dolayı pek çok şirket fabrikalarını Türkiye gibi ülkelere taşıyor veya benzer üretimi yapan Türk şirketlerini satın alıyorlar.
Avrupa Birliği’nde olmasak da bu sahada da AB normlarını teknolojide, çalışma şartlarında ve çevre konularında mutlaka uygulamak ve yabancı şirketlerin de bizi elli sene önceki Afrika olmadığımızı anlamaları için gerekli adımları atmak gerekiyor. Aksi takdirde yeni felaketler kaçınılmazdır.