İslâmî literatürde kalp gözü olarak bilinen epifiz bezi, beyinde bir nokta kadar yer işgal ettiği halde, organizmanın hormonal dengesinde psikolojik davranışların düzenlenmesinde ve maneviyat âleminin yükselebilmesinde lokomotif güç olarak fonksiyonları tanzim etmektedir.
İnsanın organik sağlığı ile birlikte, maneviyat ve ruh dengesinin eşlik edeceği bir dünya hayatı ile ancak, mutluluk hedefine ulaşılabilir. “Bireyin manevî dünyasının sağlıklı olması ruh sağlığından geçtiği için, ruh sağlığı beden sağlığı kadar önem arz eder ve gerçekte ruh sağlığı ve beden sağlığı, birbiriyle doğru orantılıdır. Örneğin, vücuttaki serotonin maddesinin eksikliği, ruhsal dengenin bozulmasına neden olur. Böylece duygusal çöküş, mutsuzluk, özgüven eksikliği gibi sorunlar ortaya çıkar. Ruh sağlığı yerinde olmayan bir bireyin manevî dünyasında da iniş ve çıkışlar yaşaması kaçınılmazdır. Kimi Müslüman kültürlerde epifiz bezi ruh-beden ilişkisindeki organ olarak gösterilmiştir.
Birbirlerinden farklı özelliklere sahip olsalar da, insan, ruh ve beden ile bir bütündür. Nasıl ki bedenin sağlıklı gelişimi için, maddî birçok ihtiyacının karşılanması gerekir, aynı şekilde ruhun da sağlığını korumak için, ruh doğru şekilde beslenmelidir. Ruhun besin kaynağı da, din ve inançlardır. Onun ihtiyaçları yok sayıldığında ruhsal sorunlar ortaya çıkar ve ruh sağlığının bozulması da, zamanla fiziksel sorunları tetikler. Nöroloji ve din bilimlerinin birleşimi ile oluşan Nöro-teoloji alt bilim dalı olarak ruhsal sınıflandırılan bireysel deneyimlerin nörolojik temellerini araştırır. Bu araştırmalar beyindeki değişimler hakkında bilgi vermekle birlikte oruç tutma, namaz kılma, dua etme, vaaz dinleme, ruhsal ilişki kurmaya çalışma, zikretme, dinî sohbetlere katılma gibi dinî-manevî aktiviteler sırasında beyinde ortaya çıkan hareketlenmeyi ve bu hareketlenmenin beynin neresinde gerçekleştiğini tespit etmeye çalışır. Kafatası merkezine yerleşmiş olan Limbik Sistem ise, duyguları düzenler ve huşu duygusunun oluşumunu sağlar ki, epifiz bezi de bu sistemin önemli parçalarından bir tanesidir. Genel anlamda vurgulanmaya çalışılan nokta; ruhun epifiz bezi yardımıyla görmesi, algılaması, deneyimleri ve bilgiyi depolaması, hatırlamasıdır.” (1)
Epifiz bezinin “kalp gözü”, “üçüncü göz” gibi başka başlıklarla Cenab-ı Hakk’ın (cc) kudret ve azametini, insan düşüncesini hayrette bırakacak fonksiyonları ilim çevrelerinin ilgisinden uzak kalmamıştır. “İtalyan Doktor Paolo Lissoni ve çalışma arkadaşları 2001 yılında, psiko-ruhsal yaşamın nöro-kimya aracılığıyla, bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde epifiz bezinin temel rolünü ortaya koymuşlardır. İnsanın mistik görme gücünün biyokimyasal, psikolojik ve ruhsal doğasındaki simgeler düşünüldüğünde, epifiz bezi bu çok boyutluluğun arasında fiziksel/nöroanatomik köprü olarak kabul edilebilir. Epifiz bezi bir üçüncü göz şeklinde tasavvur edilip resmedilmesi ve sembolleştirilmesi, hatta bu bezin bir gözün özelliklerini taşıdığının bilimsel olarak ortaya konması, ayrıca küçük bir organ olan epifiz bezinin ruh-beden ilişkisinde merkez nokta olarak kabul edilmesi ve salgıladığı maddelerin ruhsal aktivitelerin gerçekleşmesine neden olduğunun kanıtlanması sonucunda, ruhun epifiz bezi gördüğünü ileri sürmek yanlış olmayacaktır.” (2)
Bu bilgiler çerçevesinden bakıldığında hayatının büyük kısmını yüksek dağ ve tepelerde, karanlık gecelerin teheccüd saatlerinde uyanık geçiren Bediüzzaman Hazretleri’nin, kalp gözünün açıldığı bu yer ve zamanlarda “Kalbe ihtar edildi ki…”, “Gecede kalbime geldi ki…” gibi dikkat çeken ifadeleriyle, epifiz bezinin aktif olduğu saatlere dikkat çektiği anlaşılmaktadır. Zira “Ruhsal âlem ile bağ kurmaya en uygun ibadet ve dua vakitleri, epifiz bezinin aktif olduğu saatler olmaktadır. Hz. Muhammed’e (asm) gelen ilk vahiylerde “teheccüd” olarak adlandırılan gece namazı, Peygamberin (asm) şahsına mahsus bir ibadet olarak emredilmiştir. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (asm) ömrü boyunca gece namazına devam etmiş, bunu genellikle gecenin son üçte birinde yapmış, ümmetine de bağlayıcı olmayan bir örneklik olarak bırakmıştır. İslâm tasavvuf gelenekleri ise, gece ibadetini genellikle önemsemişlerdir.” (3)
Sağlıcakla kalın.
Dipnotlar:
1) Dr. Nazife VARLI, Agm.
2) Agm.
3) Agm.