İnsan olarak doğuştan sahip olduğumuz eğilim ve isteklerimiz vardır. Başkalarına yardım etmek, dürüstlük, âdil olmak doğuştan gelen bazı eğilimlerimizdir.
İnsanî değerler ve eğilimler, tarih boyunca pek çok bilim alanının araştırma konusu olmuştur. Psikoloji, sosyoloji, felsefe gibi sosyal bilimlerle ilgilenen pek çok bilim insanı ve düşünür, bu konularda araştırmalar yapmış ve görüşlerini aktarmışlardır. Bu konuda görüş aktaran felsefecilerden biri; “Akıl Çağı” olarak adlandırılan 18. yüzyıl filozoflarından Anthony Shaftesbury’dir. Ünlü filozof, var olan her şeyin özü itibariyle iyi olduğunu ve iyiliğin temelinin doğruluk olduğunu savunmuştur.
Shaftesbury, “Bütün güzellik, doğruluktur” şeklinde özetlenebilen felsefesini şu sözlerle açıklar:
“Dünyada en tabiî olan güzellik, dürüstlük ve ahlâkî doğruluktur. Nasıl ki doğru ölçüler uyum ve müziğin güzelliğini meydana getirirlerse, doğru çizgiler bir yüzü, doğru orantılar da bir mimarî yapıtı güzel kılarlar” (Shaftesbury, Characterics On Freedom of Wit and Humour).
İnsanda görülen diğer güçlü eğilimler arasında, sevdiklerini koruma ve adaletin tecelli etmesini isteme eğilimi de vardır. Bu eğilimler de oldukça güçlü eğilimler arasındadır. Hepimiz sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişilerin başına olumsuz bir durum gelmesini istemeyiz. Onları olası risklerden ve tehlikelerden uzak tutmak isteriz. Aynı zamanda adaletin tecelli etmesini, haksızlık yapanların hak ettikleri sonucu yaşamalarını ve haksızlığa uğrayan kişilerin, uğradıkları haksızlığın giderilmesini de isteriz.
Peki bu iki güçlü eğilim karşı karşıya gelirse hangi eğilimden yana tavır alırız? Yani haksızlığı yapan ve adaletsizliğe yol açan kişi, sevdiğimiz kişinin kendisi ise böyle bir durumda sevdiğimizi koruma eğilimi mi baskın olur, adaletin tecelli etmesini isteme eğilimi mi?
Michigan Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Prof. Ethan Kross bu sorunun cevabını bulmak için bilimsel bir araştırma yapıyor. 2019 yılında yapılan araştırma kapsamında 2.800’den fazla kişi ile görüşme yapılıyor. Katılımcılara hırsızlıktan, cinsel tacize kadar pek çok farklı suça karışan kişiler için nasıl bir tutum izlenmesi gerektiği soruluyor. Araştırma sonuçlarına göre; suça karışan veya haksızlığı yapan kişiler yabancı kişiler olduğunda katılımcılar, adaletin tecelli etmesini ve suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyor. Ancak aynı suçları işleyen kişiler, tanıdıkları ve sevdikleri kişiler olduğunda onları koruma eğiliminin baskın olduğu görülüyor. Kross, araştırmadan çıkan sonuçları şu şekilde değerlendiriyor: “Sevilen kişinin işlediği suçun büyüklüğü arttıkça, sevilen kişiyi koruma içgüdüsü daha güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor.”
Araştırma Görevlisi Walter Sowden ise konuya dair şu değerlendirmeyi yapıyor: “Sadâkat, belirli şartlar altında dürüstlük gibi diğer erdemleri geçersiz kılabilecek güçlü bir motivasyon kaynağıdır.”
Bu sonuç bize şaşırtıcı gelse de, bu sonuçta duygusal yaklaşımın çok büyük etkisinin olduğunu görüyoruz. Çünkü hepimiz sevdiğimiz kişilerin iyi insanlar olduğunu düşünüyor ve onları sevilmeye lâyık kişiler olarak değerlendiriyoruz. Öyle ya; sevilmeye değer görmesek neden onları sevelim ki? Onlara dair düşüncelerimiz genellikle olumlu oluyor. Ancak bu kişiler, yanlış bir davranış yaptığında veya bir suç işlediğinde onlara dair geliştirdiğimiz olumlu şemalarımız zarar görüyor. Onlara dair yeni şemalar geliştirmek çok da kolay olmuyor. Böyle bir durumu yaşamaktansa sevdiğimiz kişiye sahip çıkmak ve onu korumak daha çok tercih ediliyor. Çünkü sevdiğimiz kişinin işlediği suça hafifletecek gerekçeler üretmek, o kişiye dair olumsuz algı geliştirmekten daha kolay oluyor.
Sevdiğimiz kişiyi koruma içgüdüsündeki artışın bir diğer muhtemel sebebi, alınacak cezanın büyüklüğü. İşlenen suçun büyüklüğü, aynı zamanda suçu işleyen kişinin karşılaşacağı cezanın da büyüklüğü anlamına geliyor. Böyle bir durumda kişi, sevdiği kişinin büyük bir cezayla karşı karşıya kalacağını, bu sebeple işlediği suçun büyüklüğüne rağmen o kişiye daha fazla sahip çıkması ve onu yalnız bırakmaması gerektiğini düşünüyor. Bu düşünce, koruma içgüdüsünde görülen artışın bir diğer sebebi olabilir.
Özetlemek gerekirse; insanın özünde sevdiklerini koruma ve adaletin tecelli etmesi isteği vardır. Ancak bu iki istek karşı karşıya geldiğinde kişinin sevdiğini koruma içgüdüsü, adaletin tecelli etme isteğinden daha baskın olarak ortaya çıkıyor. Ne yazık ki yaşanan adaletsizliklerin ve ortaya çıkan haksızlıkların altında yatan da bu güçlü eğilim oluyor. Ancak bu güçlü eğilime ve sevilen kişilerin zarar görmesine rağmen adaletin tecellisi için çaba göstermek; hem ahlâkî, hem hukukî, hem insanî, hem de vicdanî sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluk bilinciyle hareket etmek, ferdî ve toplum olarak cihanşümul standartları yakalamanın ön şartıdır.
Psikolog Emine Özdemir