Tahammül; zor, olumsuz, kötü, güç vb. durumlara karşı gösterilen dayanma olarak tanımlanır. Kişinin fizyolojisi de psikolojisi de tahammül düzeyini etkiler.
Fizyoloji, kişinin tahammül düzeyinde çok önemli bir etkiye sahiptir. Uykusuzluk, açlık, yorgunluk, hastalık gibi etkenler fizyolojik olarak bedenimizi ve dolayısıyla tahammülümüzü etkiler. Kişinin hasta olan bir kişinin çocukların gürültüsüne göstereceği tahammül, sağlıklı dönemde göstereceği tahammül gibi değildir.
Olaylarla ilgili düşüncelerimiz ve algılarımız tahammül düzeyimiz üzerinde çok belirleyicidir.
Tahammülsüzlüğe yol açan algılardan biri zorunluluk algısıdır. Kişi, herhangi bir şeyin olması veya olmaması gerektiğini düşünüyorsa bu zorunluluk algısının tersi olan durumu tolere edemez. Bir başka deyişle olması gerektiğini düşündüğümüz bir şeyin olmamasını veya olmaması gereken bir şeyin olmasını tolere edemiyor ve tahammülsüzlük gösteriyoruz. Örneğin çocuğunun akşam erken saatte uyuması gerektiğini düşünen bir kişi, çocuğunun erken uyumamasına öfkelenir ve tahammül gösteremez. Ya da hiç hata yapmaması gerektiğini düşünen bir kişinin hata yapması karşısında bu durumu tolere edemez. Olması gereken olmadı, olmaması gereken oldu. Yani zorunluluk olarak değerlendirilen şeyin aksi oldu. Peki, zorunluluk olarak gördüğümüz şeyler gerçekten birer zorunluluk mu? Gerçekte zorunluluk olan şeyler, ihtiyaçların karşılanmasıdır; yemek yemek, uyumak, nefes almak gibi. Bunlar birer zorunluluktur ama çocuğun erken uyuması bir zorunluluk değil, bir istek veya beklentidir. İsteklerimize zorunluluk etiketi yapıştırdığımızda ve bu istekler olmadığında bunu tolere edemiyor, tahammülsüzlük gösteriyoruz. Peki ya isteklerimizin olmamasını tolere edebiliyor muyuz? İsteklerimiz olmadığında üzüntü, öfke veya hayal kırıklığı gibi duyguları hissedebiliyoruz ama bunu tolere etmemiz daha kolay oluyor.
Tahammülsüzlüğe yol açan ikinci algı süreklilik algısıdır. Ara sıra yaşadığımız olumsuz durumları tolere edebiliriz ancak sürekli olan olumsuz bir duruma karşı tahammül gösteremeyiz. Başlangıçta çok zorlanmasak bile bir süre sonra bizi zorlamaya başlar. Mesela kolunuzu öne doğru uzattığınızı ve bu şekilde durduğunuzu düşünün. Bu duruş başlangıçta zor gelmez ama saatlerce bu şekilde duramazsınız ve kolunuz düşer. Başlangıçta zor gelmeyen şeyler sürekli olduğunda kişiyi zorlar. Okulda eşyasını unuttuğu için ebeveynin çocuğa; “sürekli okulda bir şeylerini unutuyorsun” dediğini düşünelim. Çocuk arada sırada okulda bir eşyasını unutuyorsa bu tolere edilebilir ama sürekli unutuluyorsa tolere edilemez. Peki gerçekte başımıza gelenler sürekli karşılaştığımız şeyler mi? Sürekli olduğunu düşündüğümüz şeyler gerçekte sürekli olan şeyler değildir. Bazen, ara sıra, kimi zaman karşılaştığımız şeylerdir ama biz onlara süreklilik atfettiğimizde tahammül edemiyoruz. Bir şeyin sürekli olması gerçekçi değildir. Bir çocuk eşyalarını sürekli unutmuyordur, bazen unutuyordur. Süreklilik algısı gerçekçi değildir ve tahammül etmemizi önleyen bir algıdır.
Peki çözüm ne? Zorunluluk olarak algıladığımız şeyleri zorunluluk olarak değil; tercih, istek ve beklenti olarak görmek ve isteklerimizin bazen gerçekleşmeyebileceği gerçeğini kabul etmek. Aynı şekilde süreklilik algısının da gerçekte sürekli olmadığını fark etmek bizi daha tahümmülkar yapabilir ve tolere etmemizi kolaylaştırır. Mevlana’nın dediği gibi; “Her şey gelip geçici ey gönül. Bak az önce aldığın nefes bile geldi geçti. Sen Baki olana razı ol.”