On üç yıldır Şam yönetiminin devrilmesini “Suriye politikası”nın temeli haline getiren Cumhurbaşkanı, son süreçte her fırsatta “Suriye ile düşman değildik ki, öyle bir noktaya geldik ki daha önce âilece görüştüğümüz Esed’le Türkiye-Suriye ilişkilerini geçmişteki gibi düzeltelim” dese de Ankara Şam’la diyalogda hâlâ hiçbir ciddi adımın atmayıp yeni demeçlerle işi daha da çözümsüzlüğe iterek bile bile zora sokuyor.
Özellikle son görüşmede Putin’in Erdoğan’a telkin ettiği Şam’ın “bütün yabancı güçlerin Suriye topraklarını terketmesi”ne bağlı olarak “Türk askerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi” ön şartıyla iki ülke arasında doğrudan diyalog ve işbirliğinin başlatılması için Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini taahhüd eden “Astana anlaşması” ve terörle ortak mücadeleyi esas alan “Adana mutâbakatı”yla barış ve çözümün “yol haritası”nın belirlenmesi sürekli yokuşa sürülüyor.
“EMPERYAL PROJELER”E ENDEKSLİ!
En son İngiliz ajansı Reuters’a konuşan Milli Savunma Bakanı’nın “Suriye ile normalleşme”de “kapsamlı bir anayasanın kabul edilmesi, serbest seçimlerin yapılması ve güvenlik ortamı oluşturulup sınırımızın güvenliğinin tam olarak temini halinde karşılıklı koordinasyonla gerekeni yapacağız” ifadesi Suriye ile diyalog niyet(sizliğ)inin son ifşası.
Vakıa şu ki düşülen vartada Bakan’ın “kapsamlı anayasa” şartı Suriye’nin öncelikli sorunu olmadığı gibi serbest seçimlerin yapılması, sınırların güvenliği ve ağır sığınmacı sorununun çözümü için evvela Suriye’nin toprak bütünlüğüyle siyasi birliğinin sağlanması ve Şam’ın ülkenin bütününe hâkim olması gerekiyor.
Ama Fas’tan Afganistan’a yirmi iki İslâm ülkesini etnik ve mezhebi iç çatışmalara istikrarsızlığa sürükleyecek tefrika fitnesini tahrik eden “Amerikan projesi” BOP’la ABD ve küresel işgal ortakları, ortak inanç ve tarihi paylaşan, halkları akraba olan Türkiye ile Suriye’nin bir araya gelmesini emperyal politikalarına aykırı görüyor. Ankara’nın Şam’la diyalogunu, İsrail’in Nil’den Fırat’a uzanan ve Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını da içine alan “arz-ı mev’ud (vaad edilmiş topraklar)” ütopyasına engel görüyor.
En vahimi, Ankara’dakilerin Irak’tan sonra Suriye’nin de parçalanması projesine teşne olması.
Halka karşı tumturaklı nutuklara rağmen, BM’de temsil edilen meşru Suriye hükûmetine karşı “alternatif geçici hükûmet”e destek veren iktidardakilerin, Suriye ordusu ile kıyasıya savaşan, başta militanlarını maaşa bağladığı ÖSO olmak üzere emperyal işgalcilerin “vekâlet savaşı”nda maşa olarak kullandıkları El Kaide’den kalma IŞİD’den dönüşen radikal Selefi taşeron örgütlere destek verip işbirliğini sürdürmesi.
ANKARA’NIN “SURİYE STRATEJİSİ” YOK…
Özetle, Dışişleri’nin ve diplomasinin dışlandığı “tek kişilik yönetim”de Ankara’nın “Suriye stratejisi” yok; Ankara’dakiler hâlâ küresel emperyal ecnebilerin işgal ve sömürü plânlarına endeksli; ve hâlâ “BOP eşbaşkanlığı”nın gereği yerine getiriliyor.
Bundandır ki Saray iktidarı, “Suriye meselesi”nde de oyalama oyununu sürdürüyor. Kamuoyuna karşı “BOP’la, ‘terör’ bahanesiyle Suriye’yi bölmek istiyorlar” ikrarında bulunan Cumhurbaşkanı, ABD’nin 50 bin TIR’la silâhlandırıp 100 bin militanına “ordu” kurdurduğu PYD/YPG üzerinden terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde “terör devleti” altyapısının hazırlanmasına seyirci kalıyor. Ankara BOP’a teşne gizli ajandalarla Suriye ile diyalog ve işbirliğine yine ayak sürüyor.
Anlaşılan, Saraydakiler, “Suriye politikası”nın iflasına karşı, ekonomik çöküşte yüz milyarlarca doların harcandığı sığınmacı sorununda sırf kamuoyunun tepkisini dindirme maksadıyla Esad’la gözboyama “bir fotoğraf” verip iç propagandada kullanma peşinde; bunun manipülatif yanıltma ve saptırmaları sergileniyor.
O kadar…