20 senedir gelenekselleşmiş olan Avrupa’da Üstad Bediüzzaman’ı anma programına katılmayı nasip eden Rabbimize hamd-ü senalar olsun.
Aşk-ü şevkle, aile fertleri ve hizmetteki abi ve kardeşlerimizle Ahlen’deki programa katıldık.
Ahlen’deki abi ve kardeşlerimizin iştiraki amal-i uhrevî işlerinde ihlâs ve samimiyetle yaptıkları hizmetler takdire şayandı. Bizlere şevk, gayret ve hizmetin pratikte işleyişini görme fırsatını verdi.
Ahlen ve hizmetleri bizlere Türkiye’deki iman ve Kur'ân hizmetinin başlangıcı olan Isparta ve Barla’yı hatırlatıyor adeta.
Ahlen’deki hizmetlerin başlangıcında da 35-40 sene önce Şükrü Bulut Abi ile Isparta'lı rahmetli Osman Kurnaz Abi ve akranları öncülük etmişler… Bu günlerde ise onların çocukları ve torunları, omuzlarına ihsan-ı İlâhî tarafından konulan hizmetleri aslanlar gibi taşıyorlar. Öyle hizmet yapıyorlar ki, kimsenin şevki kırılmasın diye çektikleri zahmetlerin acısını zerre kadar simalarına aksettirmiyorlar. Onların bu halini görünce, Çanakkale Savaşı’nda vatanı koruma sevdasında gazilerimizin ameliyat olurlarken çektikleri acıdan dişlerini sıkarken dişlerini kaybettikleri halde, savaşan arkadaşlarının moralinin bozulmaması için hiç ses çıkarmamaları aklıma gelmişti.
Ahlen’deki abi ve kardeşlerimizin yaptıkları hizmetlerden dolayı tebrik eder, devamını diler ve diğer şehirlerimize de sirayet etmesini Rabbimizden niyaz ederim.
TÜRKİYE VE İSLÂM ÜLKELERİNE NEDEN DEMOKRASİ GELMİYOR?
Muhatap olduğumuz Müslümanların bir çoğu, demokrasiyi benimsemez ve demokrasinin İslâmiyet’e zarar vereceğini savunup durur dogmatik bir görüş olarak. Oysa İslâm ülkelerine baktığımız zaman hemen her ülkede iç savaş, fakirlik ve cehalet başını almış gidiyor maalesef.
Demokrasi ve hürriyet, Müslüman topluma yanlış tarif edildiğinden ve Avrupa’da serbest işlenen günahların, Müslüman ülkelerinde de yaşanması korkusundan dolayı Müslümanlar demokrasiden nefret eder hale gelmişler.
Oysa çıkan iç savaşlardan, fakirlikten dolayı, İslâm ülkelerinden pek çok Müslüman, zengin, demokratik ülkelere sığınmaktadır. Bu durum bir paradoks oluşturmaz mı?
Bu durumu, Ahlen’de yapılan panelimizden, Doç. Dr. Ömer Ergün’ün konuşmasından alıntılar yaparak açmaya çalışacağım.
“Müslümanlar neden demokrasiyi istemiyor?” diye soru sormakla konuya girdi ve bunu da iki sebebe bağladı.
1. Bediüzzaman Said Nursî dışında hiçbir İslâm âliminin demokrasi ismini ağzına almaması.
2. Demokratik gözüken ülkelerin İslâm âlemini sömürmesi ve Müslümanların parasıyla yaptıkları silâhlarla onları vurmaları.
Bir taraftan 1. Avrupa, İsevilik hakikî dininden aldığı feyz ile kendi iç huzurunu sağlayarak sanatta terakki ederken, bir taraftan da dinsiz felsefeden aldığı derse binaen hayatı bir cidal (savaş) olarak gören ve ona göre dünyayı tanzim etmek isterken ‘böl-parçala-yut’ mantığıyla savaşan ve Müslümanı birbirine kırdıran bir 2. Avrupa var Müslümanların karşısında.
Müslümanların daha çok zarar gördüğü 2. Avrupa’dan Müslümanların alacağı ne olabilir ki?
Hele bir de siyasetçilerin haçlı seferlerini ve eskiden kalan savaşları hatırlatarak, Müslümanların Avrupa’daki güzelliklerini almamak için adeta savaş psikolojisine sokmasından Müslümanlar Avrupa’ya adeta arkasını dönmüşler.
Oysa Bediüzzaman, “Bizim yanımızda revaç bulmayan güzel hasletlerimizi Avrupa bizden aldı ve bizim de onlardan geri almamız gerekiyor.” demiyor mu?
“Hem medar-ı niza (kavga kaynağı) olan noktaları bir tarafa bırakarak, dinsizliğe karşı İsevî ruhanileriyle bile beraber hareket etmemizi istemiyor mu?
Sanatta terakki etmemiz için Avrupa ile ticaret yapmak ve beşerî münasebetlerimizi devam ettirmemiz gerekmiyor mu?
Ömer Ergün, İslâm dünyasındaki bu problemlerin çözümlerini getirecek âlimin müçtehit ve müceddit olması gerekiyorki demokrasi meselesini gündeme getirebilsin diyor.
Bediüzzaman, asrın müceddidi ve müçtehididir
Demokrasi meselesinin Müslüman ülkelerinde yerleşmesi için, önce bütün Nur Talebelerinin demokrasinin muhtevasını kendi aralarında yaşamaya başlamalıdır.
Bunun içinde bütün Nur Talebelerinin Risale-i Nurlar'ı ahiret saadeti için okudukları ve hazmetmeye çalıştıkları gibi, dünyevî saadetimiz için Üstad’ın içtimaî ve siyasî konuları sindirerek okumalarını muhakkak elzem görüyorum.
Zira kalp ve akıl beraber çalışırsa sağlıklı bir vücut olacağı gibi, insanların ahiret ve dünya saadetini temin eden unsurun da din olması icap eder.
İbadetlerimizin düzgün olması gerektiği gibi, beşerî münasebetlerin de düzenli olması gerekiyor. Bu da gerçek demokrasi ile olur.
Bugün insanlar manen ve lisanen demiyor mu ki, ‘Madem İslâmiyet hak dindir, o zaman neden âlem-i İslâm böyle perişan?
İnsanlık önce dünya saadetini talep eder, getirilen adaletten ve düzenden ahirete şevki gelerek İslâmiyeti ister. Hz. Ömer’in adaletindeki İslâmiyetin neden inkişaf ettiği araştırılması gereken bir mesele değil midir?
AVRUPA, MÜSLÜMANLARDAN NEDEN KORKUYOR?
Meslek itibariyle hemen hemen her gün yeni biriyle olan Almanlarla Türkiye ve âlem-i İslâm'daki ekonomik durumunu, siyasî durumunu analiz ediyoruz.
Almanya halkı, Almanya'da demokrasi ve fikir hürriyetinden dolayı Almanya’nın ekonomisinin iyi olduğunu savunur. Müslüman ülkelerindeki fakirliğin ve iç savaşların da demokrasinin olmamasından kaynaklandığını söyler.
Gerçek İslâmiyeti temsil etmeyen ve Müslüman ülkelerinde savaşın olmasına sebep olan buna da şeriat ismini takan Müslümanlardan Alman milletinin ne alacağı olabilir ki.
Avrupalılara, İslâmiyette riyaset-i şahsiyenin (tek adam sisteminin) olmadığını anlatmamız lâzım, yoksa bugünkü tabloya bakarak gerçek İslâmiyetin böyle olduğu düşüncesi bilinç altlarına yerleşebilir. Bu da İslâmiyete bir perde/duvar olur.
Belli ki Avrupa’nın Müslümanlığa soğuk bakması, adına şeriat deyip masumları öldüren zalim kişileri organize eden bir güç var ki Avrupa’yı İslâmiyetten soğutmak istiyor. Siz bunun ismine ister neocon, ister deccal, isterse IŞİD deyin fark etmez.
Sonuç itibariyle insanlığa anarşi getiren ne ‘izm’ler varsa insanlar ondan nefret ederek uzak durur.
Araştırmacı yazar Şükrü Bulut ise, paneldeki konuşmasında, şu noktalara dikkat çekti. Biri size Demokrat der, başkası size Ahrar der, başka biri Liberal Demokrat der, bir başka biri de Şeriatçi der. Yani biz içini doğru doldurduğumuzda ben Demokratım, Liberal Demokratım veyahut Şeriatçıyım diyebiliriz. Yeter ki, tarifini doğru yapalım.Yeter ki, Demokratlığımızı gösterelim. Yeter ki, insana insan olduğu için saygı, sevgi gösterelim. Yeter ki, sen de benim gibi düşünmek zorundasın zorunluluğunu bırakalım.
Avrupa’nın da bizden beklediği pek çok ihtiyaçları var. Gönül isterki böylesi programlardan geniş daire Müslümanları da istifade etsin. Bu konuya şahs-ı manevinin meşveretlerde değinmesi gerekir.
Panelde yapılan bu konuşmalar Almanca bir kitapçık haline getirilerek dağıtılmalıdır. İmanlı ve Müslüman olduğumuza ne kadar şükretsek azdır.
Avrupa’da, yardımlaşma, komşuluk münasebetleri, aile kavramı v.s. gibi pek çok problemler var ve bu konularda İslâmiyetin getirdiği çok orijinal yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu güzellikleri Avrupa’ya en güzel tanıtmanın yolu, İslâmiyetin güzelliklerini önce nefsimizde, sonra ailemizde ve toplumumuzda yaşamaktır.
Risale-i Nur eserlerinde, yaşanan problemlere dönük Kur’ânî devaları vardır. Nur Talebelerinin acilen uhuvvet, muhabbet, tesanüt ve ittihat kal’asına girip, aşkla şevkle hizmet etmesi gerekir. Avrupa’ya bu hakikatleri de anlatma sorumlulukları vardır. “Bilen sorumludur” bir düsturdur.