Hele; Hak namına haksızlığa ölsem tapamam, diye çığlık atan Âkif’i tanısaydık; bugün her şey yerli yerinde olurdu.
Dünya imrenirdi bize.
Ama olmadı işte!
Menderes’i millet seçti; sonu hazin.
Bu yol oldu ve daha sonra daha kimler kimler haksızlığa uğradı; uğramaya devam ediyor.
28 Şubat’ta hakkı yenenlerin elinden tuttuk.
Elinden tuttuklarımız; yasakları, yolsuzluğu, yoksulluğu yok edeceklerdi; iş nerelere dayandı!
Seçimle gelenler; kelepçeyle gidiyor. Tarih tekerrür ediyor.
Âkif, kendisine zincir vurmayı düşünen çılgın olur; o da mümkün değil, diyor.
Ve bizlere o zor şartlarda “korkma” diyerek; o “mağara” olayını hatırlatıyor.
O hürriyet meltemi, hukuk, adalet, demokrasi insanın insan olması için olmazsa olmaz ilk temel taşı.
Yoksa?
Yoksa bunları kazar, yazar dururuz ve çoğumuz fukara oluruz. Hayat, mânâsını yitirir.
Âkif Mısır’a sığındı; vatanından cüdâ vaziyette kanser oldu.
Namık Kemal Magosa zindanlarında zatürreye yakalandı; kırk sekiz yaşında mahzun olarak öldü.
Said Nursî, istiklal madalyasıyla hapis, sürgün hayat yaşadı.
Sonuç?
Yüzümüz -bir türlü- bundan gülmüyor, işte!
Çözüm?
İnsanca yaşamak için aklını başkasının cebine, torbasına koymayacaksın; iradene sahip çıkacaksın.
Hürriyet o kadar önemli ki: “Ekmeksiz yaşarım; hürriyetsiz yaşayamam!” der, Nursî.
Şahsın değil; şahs-ı manevi olan Meclis’in yanında yer alır. İşlerin bu şekilde sulh ve sükûnet içinde yürüyeceğini bilir.
Kemal ve Akif’in de aynı kelime -hürriyet- etrafında dönmeleri; işin ciddiyetini haber vermiyor mu?!
Hürriyetin önündeki barikatlar kalkmadan hiçbir yere gidemeyiz. Dünya koca bi’ hapisane olur. Hayat ve hürriyet doğuştan hediyedir insana ve kesinlikle dokunulmazlıkları vardır.