Hâlâ koşuyoruz!
Oyuncakların yorgunuyuz!
*
Bir adı vardı; unuttu!
Bir işi vardı; unuttu!
İşinde gücündeydi; ha!
Öyle ki...
Çiçek koklamaya vakti yoktu!
Her nefesinin manşetlik olduğunu unutur;
Gazete manşetlerine dalardı!
Dolunay mı, mevsimler mi... görmezdi!
Boşa konuşuyorum; adamın işi çoktu;
Yaşamaya vakti yoktu!
*
Yakından bak biraz; göreceksin kendini!
*
İş güç, telâşeler vesaire... Kendimizi nasıl da avutuyoruz.
*
Aceleye gerek yok;
Ölüm kesin;
Ve çok yakın zaten!
İtiş kakış şehirler niye?
Niye bu gökdelenler!
Bunca aç, bunca sürünenler...
Firavun pramitleri...
Tarihin, rüzgârın, şehirlerin dinamitleri...
Yoo; çıkar ölüm; gökdelenlere çıkar;
Paracıklarınız kalır burda!
Geçici şöhretler, ekran suretler!
Ölüm; güle güle ölüyor; gözlerinize bakarak...
Siz; bir kat daha çıkın;
Ölümü unutursunuz bu arada!
O unutmaz sizi; bugün yarın;
Siz yine de kapıcıya haber bırakın!
*
Merkez üssü: cehalet ve fukaralık
Cehalet depremiyle bunca yıldır sallanıyoruz ve uyandığımız da pek söylenemez! “Bilânço?!...” diyeceksiniz. Hep beraber yaşıyoruz, diyecektim; vazgeçtim! “Gelir Dağılım Raporu” elime gelince konuşayım! Çünkü haberler durumumuzun Afrika ülkelerinden iyi olduğunu söylüyor!
*
Şikâyete gideceklermiş diye duydum;
İstanbul ağaçları Sultan Fatih’e;
Ankara ağaçları Hacı Bayram’a...
*
Hayatı ve ölümü unuttu dünya;
Ne yaşamanın farkında...
Ne de ölümün...
*
Üniversite diye okullar/ı var;
Fabrikalar/ı, paralar/ı, diplomalar/ı...
Ne işe yaradığı belli değil
Kıvranıp duruyorlar.
*
Ölüme koşuyoruz durmadan;
Her nefes bir adım daha...
Ölüm kokan adamlar konuştuklarımız;
Bir de kavga, savaş, acelecilik...
Tuhaf değil mi?!...
*
Ahirzaman...
Patır patır ölümler...
Adım başı zulümler...
Ahirzaman...
Ak-kara karışık...
Ne olur bir nur, bir huzur, bir ışık...
Ahirzaman...
“Ölü Kalpler Diyarı...”
Bozduk nice miyarı.
Ahirzaman...
Her şey bir şeye...
Bir şey her şeye bahane...
Ahirzaman...
Korku ümide baskın...
Okumuşu, cahili şaşkın...
Ahirzaman...
Her şeye hazır olmanın adı mı anne;
O zaman Hızır nerde?!...
Kullar sıkıştı anne!
*
Güneşin içindeyiz, işte; sabah!
Deniz sakin, güneş sakin, gölgeler sakin...
Ya, bu bizdeki telâşe, gürültü?!...
Haydi; uzağa gidelim biraz...