Bilgin Abi günlükleriyle geleceğe ışık tutuyor, Selim Ali.
Hatıralar geçmişin haritasını önümüze korken; günlük sayfalarını her çevirdiğimizde önümüze “yarın” aslında “şimdi” çıkar. Hatıra… hatırla(t)mak… Tatlısı, acısıyla… Günlük ter ü tazeliğin yarınlara hediyesi… İkisi de insanlığa bir fedakarlığın meyvesi… Bugün yine o tazecik meyveleri toplayıp koklayıp yoklayalım hele.
KENDİMİZİN UZAĞINDA
Çok konuşuyorduk. Gevezeydik yani... Kabalık tavan yapmıştı. Sıradan hayatlar yaşıyorduk. İnsan olduğumuzu ne çok unutmuştuk. Savaşları konuşuyorduk.
Âciz olduğumuzu hatrımıza getirmek de istemiyorduk. Sonsuz muhtaç demekti insan hâlbuki. Araya zelzeleler girdiğinde; gündem birdenbire değişiyordu. Yıl iki bin on yediydi. Sonbahar bir gözyaşıydı bahçelerde...
13 Kasım 2017
HAYATLA GÖZ GÖZE
Canın sıkılıyorsa bir hastaneye git, hastalarla dertleş. Bir hapishaneye git; mahkûmlarla göz göze gelince sakinleştiğini gör. Mezaristana git; ölülerle hâlleş. Yani ki hayata bağlan-manın bir yolunu bul işte!
PENCERE
Nefes almanın (tek başına) yaşamak olmadığını anladığımızda... pencereler bir bir açılacak belki de!
SÜKÛNETE DAVET
Yaşlı dünya oturup biraz kendini dinlese ya... Kavgaya, gürültüye vakit yok ki...
DEĞİRMEN
Gözlerine yıldızlar dolmuş;
Gökyüzü olmuş gözlerin.
Yoktan; nerelere gelmişsin;
Olmadık şeylere ağlıyorsun.
Görsene kendini bir kere.
Gözlerin; mevsimlerin haritası…
Gözlerin; sığınağı fırtınaların…
Bir değirmen gibi seni;
Un ufak etmesin hırsların?!
BEŞ KALA
Heykeller konuşur.
Taştır, demirdir.
İnsanlar korkar.
Ve susar.
Ahirzaman…
Kıyameti hürriyetin.
Kırılmış terazisi…
Adaletin.
Elinde fidan varsa dik.
Azaldı gölgelik.
ÇEKİRDEK VE MEYVE
Yapıp ettiklerimiz birer çekirdek misali, zaman toprağına ekiliyor. Her çekirdek
farklı zamanlarda kırar kabuğunu. Er geç bir cevap gelir. Düşünürken, konuşurken, edip eylerken arada dur, derin bir nefes al; hesabı kitabı gözden, gönülden, akıl süzgecinden bi’ geçir. Dünya; zamanı, mekânı, kendini çok unuttu, çok. Aklını kalbini kullananlara, kendini kullandırmayanlara, “aklını ağanın cebine koymayanlara” gönül dolusu selâmlar...
KENDİNİ BULUNCA
Kendine konuş; seni herkes dinler. Kendine yaz; seni herkes okur. Kendine gel; seni herkes bulur. Kendini gör; körler de görür seni. Kendine zincir vurmadıktan sonra; sana kim zincir vursun?! Kendine susa; kanacaksın. Kendine acık; doyacaksın. Şu kendini, “kendin” etmeden buraları terk etmesen iyi olur; yoksa gittiğin yerde kendinden nefret edeceksin; kendin bilirsin.
MASKE
Küçükken korkunç maskeler takardık.
Takar ve korkuturduk arkadaşlarımızı.
Dişleri çıkmış maskeler... Gözleri patlamış maskeler... Kanlı, canavarlı maskeler... Şimdi “sevecen” maskeler var. Çocuk da değil bunlar. Kocaman kocaman adamlar... Bu kadar korkunç değildik biz. Masum yüzlerimizi örterdik.
Bu adamlar var ya… vahşi yüzlerini örtüyorlar. Biz hemen çıkarırdık maskemizi; siz de çıkarabilir misiniz?
ÇIKIŞ KAPISI
Böyle olmaz! Dünya yalpalıyor. Bir yol, bir çıkış, bir kapı, bir pencere…
Gökyüzü kapandı mı? Akarsular kurudu mu? Kuşlar sustu mu? Kelebekler küstü mü?
ÖNCE TÜRKÇE
Gayet düzgün giyinmiş. Zengin biri olduğu belli... Konuşuyor da Türkçeden sınıfta kalır. Tonsuz, vurgusuz, sorgusuz, duygusuz, kurgusuz... Fıkra yok, espri yok, mecaz yok, atasözü yok, deyim yok… Dili olmayanın nesi olur? Ve bunlar oralara nasıl gelir? Hey Yunus hey:
“Âdem mânâya derler;
Hırka ile taç değil...
Gönlün derviş eyleyen;
Hırkaya muhtaç değil...” demişsin. Hırka düşkünü düşkünleri görmüşsün.
PERDELER AÇILINCA
Yıllar yılı sıkı fıkı arkadaşlık... Sonra birdenbire; bozuştuk, küsüştük hikâyeleri… Yoo; ucuz değil bu işler öyle! Dün niye öyle; bugün niye böyle? O zaman çıkaralım sözlüklerden vefayı, dostluğu, sırrı... Bir hikâyemiz olmalı; adresi, rengi, sözlüğü belli… Eğer bu bir tiyatro ise; çok pahalı bir seyir… Kâinatın sahibinin bir adı da: Hak. Gün gelir, devran döner. Amma burada amma orada hak yerini bulur.