Bediüzzaman’la Barla birbiriyle özdeşleşmiştir, adeta. Birini birisiz düşünmek mümkün değildir.
Anadolu’muzda Barla gibi daha nice güzel köyler ve beldeler vardır. Ama Nur talebelerinin gözünde Barla bir mehtaptır. Said Nursi, sürgün şartlarında orada bir süre kalmasaydı, belki oradaki insanlar bile bir sebep olmadıkça oradan pek söz etmeyeceklerdi. Fakat Risale-i Nurların orada yazılmaya başlanmasının etkisiyle Barla, Kur’an’dan akseden nuru yeryüzüne yansıttığı için dünyanın her tarafında ehlince bilinen ve gezilip görülmek istenen mehtabî bir cazibe kazanmıştı.
Bediüzzaman Said Nursî, Barla nahiyesinde sürekli ve çok şiddetli bir istibdat, zulüm ve gözetim altında bulunduruldu. Barla’ya sürgün sebebi ise, kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle ücra bir köye atarak unutturmak, ruhunda mevcut hamiyet-i İslamiyenin fışkırmasına engel olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslamî, îmanî eserler yazdırmamak, tembel bir duruma düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur’an’a hizmetten alıkoymaktı.
Bediüzzaman ise, bu planın tamamen aksine hareket etmekte başarılı oldu. Bir an bile boş durmadan, Barla gibi tenha, ıssız bir yerde Kur’an ve îman hakîkatlerini ders veren Risale-i Nur eserlerini yazarak, perde altında neşrini sağladı. Bu başarı ve zafer ise, çok büyük bir galibiyet idi.
Dünya ilim ve irfan meydanına Türkiye’den nurlu bir güneş doğmuştu. Bu yeni doğan güneş, bin dört yüz yıl önce insanlık âlemine doğmuş olan İslam güneşinin bu asırdaki bir yansımasıydı. Risale-i Nur o manevî güneşin her asırda parlayan parıltılarından birisiydi ve beklenilen son manevî mu’cizesiydi.
Biz Bediüzzaman’nın hatıralarını yerinde görmeye, dinlemeye ve bir nebze anlamaya çalışıyoruz. Barla’nın her tarafı, taşı-toprağı, deresi-tepesi, bağı-bahçesi, erkeği-kadını nur hizmetlerine şahitti. Barla’nın neresinden bakarsanız bakın, Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nurları görürsünüz. Barla’yı tanımanın belli bir sırası yoktur. Nereden başlarsanız başlayın hep nurlara şahit olacaksınız. Ama bir tarafından başlamak gerekiyordu.