Bir gece yolculuğunda büyük bir şehrin uzaktan ışıl ışıl görüntülerini hatırlayın…
Veya bir bayram gecesi donanmaların geçişini gözünüzün önüne getirin… Yahut bir şehrayinde pırıl pırıl donatılmış büyük bir şehrin ışıklar, maytaplar, havai fişekler arasındaki rengârenk manzarasını tasavvur edin…
Bütün bu manzaraları tüm canlılığıyla birden hayalinizde canlandırmak zor mu geliyor?
Öyleyse, haydi başınızı yukarıya kaldırın, gökyüzüne çevirin. Dikkatlice bakınız: Bulutsuz bir gecede gök kubbemizin manzarası, donanmaların resmigeçidinden, büyük bir şehrin şehrayininden daha az ihtişamlı olmadığını göreceksiniz. Üstelik gök kubbemizdeki şehrayin belli birkaç geceye mahsus da değildir. Milyarlarca yıldan beri her gün, her gece bu muhteşem tablolar semamızda tekrar tekrar gösterilmektedir.
Bu kadar büyük masraflarla bu kadar büyük işlerin çevrilmesi elbette sahipsiz ve sebepsiz olamaz. Her şeyi hikmetle yaratan Rabbimiz uçsuz bucaksız kâinat denizinde milyarlarca yıldır sürekli devam ettirdiği bu kadar büyük manevraları hiç sebepsiz ve hikmetsiz yapar mı? Her gece gözlerimiz önünde meydana gelen bu büyük ve muhteşem ışıklı sevinç gösterileri, elbette akıl sahiplerine bir şeyler anlatmaktadır. Bu sayısız yıldızlar ordusu bize neyi ders veriyor, neyin bayramını yapıyor dersiniz? İnsan olarak bu soruların cevabını araştırmak görevimizdir.
Kâinatı muazzam bir orduya benzetebiliriz. Bu ordu bildiğimiz ordular gibi kolordulara, tümenlere, tugaylara, alaylara, taburlara, bölüklere, takımlara ve mangalara ayrılmıştır. Gökyüzündeki hiçbir cismin kendi başına münferit hareketi söz konusu değildir. Kâinat gerçekten muhteşem bir ordudur. Fakat en muntazam ve en disiplinli bir orduda bile görülebilecek kusurların zerresine kâinat ordusunda rastlamak mümkün değildir. Bir alayda disiplini sağlamak, bir mangada disiplini sağlamaktan daha zordur. Oysa kâinatın hangi tarafına baksak, kanun ve nizamların her yerde büyük bir titizlikle uygulandığını görürüz. Mesela, bir galaksinin durumu, büyük bir çayırda bir bitki yaprağının durumundan farklı değildir.
Kâinattaki kusursuz nizam ve intizam bir tesadüften ibaret olamayacağı gibi, kendi kendine de meydana gelmiş olamaz. Tabiatın yapması ise hiç mümkün değildir!
İnsanoğlu, kâinatın “nasıl” yaratıldığını öğrenebilmek için pek çok paralar ve emekler harcamıştır ve harcamaya da devam etmektedir. Kâinatın “niçin” yaratıldığını öğrenmek için bu emeklerin binde birini olsun harcamak ihtiyacını duymayanların aklına şaşmak gerekir. Çünkü kâinatın niçin yaratıldığı bilinmezse, nasıl yaratıldığını öğrenmek kimseye bir şey kazandırmaz ki! Ancak bir korku, bir dehşet alırsınız herhalde. Sonra korkmaya başlarsınız.
Kabiliyet ve yetenekleri itibariyle bütün kâinatın üzerine çıkan insanoğlu, bu yetenekleri kullanmakta da kâinattan geri kalmamaya çalışmak zorundadır. Hücrelerden yıldızlara nasıl her varlık kendisi için tayin edilen görevi eksiksiz ve kusursuz yapıyorsa, insan da yaratılış gayesini keşfederek görevini yerine getirmeye çalışmakla mükelleftir.1
Dipnot:
1- Hüseyin Demirkan, Yıldızların Esrarı, s. 92