Her an; apayrı bir âlem, bambaşka bir dünyadır. Anların diğer varlıklar gibi kendilerine has kimlikleri, kişilikleri, sesleri, şekilleri, biçimleri, renkleri, âhenkleri, özellikleri, güzellikleri ve benzer hususiyetleri vardır.
Anlar, kullanılışlarına göre faydalı-zararlı, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, uzun-kısa gibi sıfatlar taşırlar ve onlara göre de farklı hâller alırlar. Ama anlara bu farklı sıfatları veren yegâne varlık insandır. Onun için insan ömrünü en iyi anlatan zaman ifadesi andır. Aynen anlar gibi insanlar da yaşadıkları şartlara, taşıdıkları hâllere göre değerlendirilirler. İnsanlar, anlardan müteşekkil zaman dilimlerinde iyi şeyler yaşar, güzel hâller taşırlarsa iyi ve güzel addedilirler.
Ömrünün mühim bir kısmını teşkil eden gençlik yıllarında nefsine, hevesine kapılıp kötülüklerle, çirkinliklerle meşgul olan insanlar, yaşadıkları anları da ruhları gibi kirletirlerse, kötü ve çirkin sıfatlarla anılırlar. Yalnız kendileri o sıfatlarla anılmakla kalmaz, yeri geldiğinde tertemiz olan anları da kirletirler.
Anlar gibi, anların birbirini takip etmesinden meydana gelen sâliselerin, saniyelerin, dakikaların, saatlerin, günlerin, haftaların, ayların, mevsimlerin, yılların, asırların ve çağların da işleyişleri aynıdır. Bazen olur, bir anda öyle bir olay meydana gelir ve fertler, cemiyetler, milletler öyle hâllerle hâllenirler ki; anlar, çağlar kadar uzun hissedilir.
Anlardan meydana gelen zamanların da farkı, yaşanışındadır. Bu gözle bakıldığında, her anı yıllara bedel farklı zamanlar da vardır. Tıpkı kandiller ve Ramazanlar gibi. İnananların gözünde bunlar hiçbir zamanla değişilmezdir. Lâkin bütün bunlar, onlara yüklenen kudsî mânâlar bilindiği, gerekleri yerine getirildiği ve âdâbına riayet edildiği takdirde tecellî eder. Çünkü kandillerin ve Ramazanın da farkı yaşanmasındadır.
Hazineden veya hazinedeki değerli mücevherlerden ziyade hazinedara müştak ve müheyya olanlar, mânevî hazinelere gark oldukları anda onlardan geçerler ve o hazinelerin sahibi ile müşerref olma heyecanına kapılırlar. O ana ancak, zamanı kazananlar ve yönetenler erişebilir. Ömür sınırlıdır. İnsanların, kendilerine ayrılan zamanı bir an bile uzatmaya veya kısaltmaya güçleri yetmez. Bu itibarla zamanı kazanmak veya yönetmek, ancak ömür dakikalarını iyi değerlendirmekle mümkündür.
Zamanı kazanmanın yolu, anları fark etmekten geçer. Görünüşte bir nefes alıp vermeye bile yetmeyecek kadar kısa olan anların, hakikatte bazı canlılar için bir ömür olduğunu bilenler, anları fark ediyorlar demektir. Bu idrak seviyesine ulaşan insanlar, yaşadıkları her ânı güzel hâllerle, tatlı sözlerle, faydalı işlerle geçirerek onları kazanıp ebedîleştirmenin çarelerini ararlar.
Ramazanda değeri bilinerek yaşanan her an bir öncekinden kuvvet alır, bir sonrakine zemin hazırlar. Bediüzzaman bunu; “Şu mübârek şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadri ihata ettiği için kendisi de ömür içinde bir Leyle-i Kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gün, saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-i bâkîdir” (Barla Lahikası, s. 224) sözleriyle ifade eder.
Bediüzzaman bir başka risalede zamanı şöyle değerlendirir:
“Her bir hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üçyüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve cuma gecelerinde binlere, Leyle-i Kadir’de otuzbine çıkar. Bu pek çok uhrevî faideleri kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhur-u selâseyi böyle bire on kâr veren Medrese-i Yusufiye’de geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir. İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten -kemmiyet değilse de keyfiyet itibariyle- bire beştir.” (Tarihçe-i Hayat, s. 591)
Böyle anlar birleşince ömre ömür katar, kısacık dünya hayatı uzun meyveli bir hal alır. Bu nüansı fark eden müminler, anlara yılları sığdırarak bâkî bir ömür kazanmak için yaşadıkları zamanın her anını farklı bir nimet kabul ederler. Meselâ, oruçlu geçen bir günün içine Besmelenin, Kelime-i Tevhidin, Kelime-i Şahadetin sığdırıldığı anlar veya benzer zikirlerle, hamdlerle, şükürlerle geçen zamanlar, telâffuz edilen harflerin binlerce katı kadar uzun olacağından her biri bir ömür sayılabilir. Bu zikirlerin de birer telâffuz ömrünün olduğu, ancak söylendiği zaman o ömrün bahşedildiği, söylenmeyince başlamadan bittiğine dikkat edilirse zamanın Ramazan farkı daha iyi anlaşılır. Geçen her anın geriye gelmesi mümkün değildir. O anda yapılabilecek hayırlar da başka hiçbir şekilde telâfi edilemeyecektir. Zira ömür muayyen, zaman sınırlıdır. Buna karşılık, kandillerde ve Ramazanda değerlendirilen her an, yaşanan hayatın en hoş, güzel, bereketli, verimli ve tatlı zamanı olacağı için insan hayatında sonsuz lezzetler meydana getirecektir.