Son günlerde Sinan Ateş cinayeti ve Ayhan Bora Kaplan örneği üzerinden giderek, devlet içinde de örgütlendiği iddia edilen çeteler ve suç örgütleri ile ilgili haberler bizleri de yakından ilgilendirir hale geldi.
Yanlış anlaşılmasın, meselemiz, “AKMHP cumhurunun başkanı Erdoğan bu konularla ilgili olarak MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u ifadeye çağırdı da İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’yı neden bu sorgudan muaf tuttu” gibi magazin gevezelikleri değil.
Bunların hepsi aynı mahallenin adamı. Hepsi aynı lidere göbekten bağlı şahsiyetler. Tek adamcılık ve başkancılık yarışında hepsi aynı kulvarda koşucu ama bazıları rakibine daha iyi çelme takıyor veya daha hızlı koşuyor. O kadar.
“Lider gider”se sonra kime ne olur ya da kimden ne olur o ayrı mesele…
Dolayısıyla sistem toptan değiştirilip demokratikleştirilmediği sürece bu kötü gidişi değiştirmek mümkün değil.
Onun için de MHP’yi yeniden muhalefete mahkûm edebilmek şart.
Bu bahiste, “kanal kanal gezen kokulu zerzevat”ın “MHP AKP’yi yemeye mi çalışıyor” ya da “AKP MHP’den kurtulmaya mı çalışıyor” gibi soruları da anlamlı değil.
Zira biz bu soruların da cevabını yıllardır veriyoruz:
Bize göre, AKP’yi esir aldıktan sonra “Tahterevalli siyaseti”ni kurgulayarak icraatına başlayan MHP, bütün siyasi denklemlerde işin merkezinde.
MHP, yıllardır, tahterevallinin ortasında durup oyunu yöneten adam gibi. Ayağını ne tarafa doğru uzatırsa onu aşağı indiriyor öbürünü yukarı çıkarıyor.
Tahterevallinin sağındaki ve solundaki siyasi partiler rey yönünden ağırlık sahibi göründüklerinden kendilerini büyük sanıyorlar.
Ama MHP, yaptığı siyasi kurgu sayesinde fazlaca bir rey almaya gerek duymayan hakiki kudret sahibi. Hele %10 barajının %7’ye düşmesi sayesinde artık kral…
MHP siyasetinin bu şekilde sürmesinin tek şartı var: Kürtlük bilincine sahip seçmenin oy verebileceği partileri kriminalize ederek legal siyasetten ve dolayısıyla devletten uzak tutmak.
MHP AKP’yi esir ederek işte asıl bunu başarmaya devam ediyor. Bu arada demokrasi güme gitmiş, hukuk devleti tabuta girmiş, ne önemi var…
Hem, milletin “siyasal İslamcı” sandığı “millici dindarlar”a “söz konusu olan derin iktidarsa gerisi teferruattır” mottosunu onlar ezberletmedi mi?
Dolayısıyla bu koalisyondan bu aşamadan sonra esaslı hiçbir hayır gelmez.
Gelelim asıl meseleye:
Bu çete operasyonlarında taraflar arasında dinî grupların ve bu arada “okuyucu Nurcular” diye bir grubun da adı geçiyor.
Kesinlikle reddediyoruz.
Zira Nurcu Nurcudur, okuyucu olmayan Nurcu yoktur. Nurcu, Kur’an’ı da, onun bu asrı ve gelecek asırları aydınlatan tefsiri olan Risale-i Nuru da okur. Hem de iyi okur.
Zira Nurculuk sivil bir harekettir. Nurcular “topuzcu” değildir. Devlet ve siyaset topuzuna el atmaz.
Elbette Nurcudan subay da olur, hâkim de. Ama memur Nurcular dine ve ahirete hizmeti mesai dışında ve sivil alanda yapar. Bürokraside yer edinmiş Nurcular devletteki mesailerini dine değil millete hizmet olarak görür.
Devletteki Nurcular devlet hiyerarşisinin dışına çıkmaz. Dışarıdan amir edinmez. Devlet içinde entrikalara girmez…
Girenlere de Nurcu denmez!