Gazi Üniversitesinden eski mesai arkadaşımız ve Yeni Asya’nın birçok programında da beraber olduğumuz siyaset bilimi profesörü Mümtaz’er Türköne Hoca’yı ve 15 Temmuz sonrasında yaşadıklarını okuyucularımız bilirler.
Kendisi “dışarıdan” bir Zaman yazarı olmasına rağmen benzer durumda olan başka bazı yazarlar gibi yapmayıp cezaevinde dik durduğu için dört yıldan fazla süreyle içeride kalmıştı.
Türköne, geçen günlerde, 2015’ten bu yana “Çünkü Özgür” sloganı ile yayın yapan Medyascope TV’de kıdemli gazeteci Ruşen Çakır’ın sorularına cevap verdi ve cezaevinde yazdığı yarı günlük kitabı “Silivri Postası”nı tanıttı.
Konuşmanın bir yerinde Türköne şunları söylemişti:
“İçeride bir eski kaymakama şeyi sormuştum: ‘İçişleri Bakanlığından gelen emirle cemaatten gelen emir birbiriyle çelişirse ne yaparsın’ diye. Dedi ki ‘cemaatten gelen emri yerine getiririm’.”.
Çakır’ın, “örgütlenmenin geleceğini nasıl görüyorsun, … devlete dindar kadro yetiştirme ve yerleştirme stratejisinin tekrar yaşanabilme ihtimali var mı?” sorusuna Hocanın şaşırtıcı cevabı şu oldu:
“Bu hareket, Nurculuğun, Risale-i Nur hareketinin devamı. Bu da bir sosyal İslam formu oluşturdu Türkiye’de. Milli Görüş geleneğiyle ortaya çıkan o siyasal İslam’ın dışında bir sosyal İslam formu oluşturdu. Siyasete mesafeli duruyor. Sağ iktidarları destekliyor falan filan. Yani o Said Nursi’den gelen gelenek öyle bir gelenek. Bu tam olarak Mısır’daki İhvan-ı Müslimîn ile ve Pakistan’daki Cemaat-i İslamî ile benzer geleneklere sahip. … O yüzden ‘cemaat devam eder mi’ sorusunu bu ‘Risale-i Nur geleneği ile onun oluşturduğu alışkanlıklar, kültür devam eder mi’ diye sorunca, ben devam edeceği kanaatindeyim, hem de çok güçlü bir şekilde.”
Ağzımız açık kaldı. Zira Türköne Hoca çıktıktan sonra Üsküdar’da yaptığımız vefa ziyaretindeki uzun sohbetimizde Nurculuk ve Gülen Hareketi arasındaki farklar hususunda bazı kısa bilgileri ve özet kanaatlerimizi kendisiyle paylaşmıştık. Yukarıdaki cümlelerinden bunların tam anlaşılamadığını görünce üzüldük. Yazmak gerekti:
Erbakan’a atfedilen Siyasal İslamcılık ile Fethullah Gülen’in başlattığı söylenen Bürokratik İslamcılık, kökünde, Büyük Doğu’culuk ya da Necip Fazıl ekolü olarak birleşir. Üçü de devleti önceler ve önemser. Ya parti kurarak devleti ele geçirmeye, ya da siyasetin dışında kalıp kadrolaşarak yine devleti elde etmeye ve dine hizmet ettirmeye çalışır.
Bu iki tarz da Risale-i Nur’un samimiyete ve ihlasa dayalı sivil hizmet yaklaşımına zıttır. Said Nursi’nin nur-topuz ayrımı meydanda. AKP öncesindeki elli yıllık Nurculuk uygulamasında da aksine bir gelenek oluşmuş değildir.
Örnek bir yazımızın linki: https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/siyasetciler-savcilar-nurcular_597492
AKP’nin devlet imkanlarını ve kadrolarını liyakat esasıyla değil de ulufe dağıtır gibi dağıttığı açık. Bu dağıtımdan iktidar taraftarı bütün grupların ve bu arada bazı küçük Nurcu grupların faydalanmış olması yukarıdaki gerçeği değiştirmez.
Aslında bunu en iyi bilenlerden biri merhum Mehmet Kutlular Ağabey’le etkili röportajlar yapmış olan Çakır’ın kendisidir.
Zaten, Çakır’ın, cemaat adına kopya çektirenler ve amirinin emrini dinlemeyecek olan kaymakam örnekleri ile sivil kanat - sivil olmayan kanat ayrımı üzerinden “entrikacı yapı devam eder mi” sorusuna Türköne’nin dolaylı cevabı da bir gizli kabul içeriyor:
“Entrikacı yapı diğer tarikatlerle ve cemaatlerle zaten devam ediyor. … Fırsatını buldukça bu mutlaka nüfuz edeceği bir alan bulur. Yani durduramazsınız bunu.”
Ama hemen ardından Türköne’nin “ama şeyi düzelteyim: Risale-i Nur geleneği de böyle bir gelenektir. Yani adam yetiştirip, elit yetiştirip devlet kademelerinde…” diyerek büyük hatayı tekrar etmesi şaşırtıcı oldu.
Nitekim Çakır da “ama Said Nursi’nin yetiştirdiği insanlar devlet kademelerine bir takım normal prosedürlerle giriyor. Yoksa … hak etmediği bir şekilde…” diyerek araya girdi.
Demek, anlamak ve doğru anlamak önemli.
Biz esaslı hataları düzelterek tarihe not düşüyoruz. Topuzculuk Nurculuğa zıttır, her çeşidiyle!