Bir film çok değerliyse tekrar izlenebilir. Ama bu nadiren olur. Sadece izlemeyenlere tavsiye edilir.
Her filminin başında aslan kükreten yapımcılara kanmayız. “Biz bu filmi görmüştük” der, kalkar gideriz!
Önce T24’ün önceki günkü haberi:
“İstanbul Üsküdar Meydanı’nda bugün öğleden sonra Risale-i Nur cemaati bir gösteri düzenledi. T24’ün çektiği görüntülerde göstericilerin ‘Ya Allah Bismillah Allahu Ekber’ diyerek slogan atıldığı görüldü. 2 resmî polisin gösteriyi izlediği, telsizli bir sivil polisin ise merkezle görüşüp durumu aktardığı ve sonrasında gösteriye müdahale etmeden izlediği öğrenildi. Çevredeki bazı vatandaşlar duruma tepki gösterdi.”
***
Haberdeki videodan görebildiğimiz kadarıyla kadınlı erkekli on on beş kişilik grup kamuoyunda “Aczimendi kıyafeti” olarak bilinen kıyafetleri giymiş insanlardan oluşuyor. Erkekleri bastonlu, sakallı ve siyah cübbeli. Kadınları çarşaflı.
1997’de ilk ortaya çıktıkları tarihten itibaren o grubun lideri olarak tanınan Müslüm Gündüz’ün de orada olup olmadığı ve bu kişilerin o grupla gerçekten bir bağlarının olup olmadığı anlaşılamıyor. Ama önemli de değil.
Önemli olan şu:
Haber böyle yazılacak ve maksat da hasıl olmuş olacak. Zira böylece hem “Nurcular” yeniden damgalanmış olacak ve hem de bütün cemaatler gözden ve gönülden yeniden düşürülecek.
***
Önce düzeltmeyle başlayalım:
Ne bu görüntülerin ve ne de 1997’deki olayların Nurculukla hiçbir alakası yok.
Nurculuk elbette kimsenin tekelinde değildir. Ama bütün renk tonlarıyla ve bütün meşrepleriyle ve hizmet ekipleriyle Nurcular böyle değildir.
Nurculuğun bu olmadığını ya da bunun Nurculuk olmadığını aklı başında herkes bilir. Herkesin bildiğini elbette devlet de bilir.
Öncelikle bu böyle biline…
***
Haberde yer alan “çevredeki bazı vatandaşlar duruma tepki gösterdi” cümlesi de anlamlı değil.
Ortada gösterilen bir tepki yok.
Bu da kamuoyunun uyanık olduğunu ve bu türden provokatif fiillere aslında çok da kanmadığını gösteriyor.
Zaten tepki gösterilecek ciddi bir hadise de yok. Sadece kendi kendisine sönecek bir kıvılcım var.
Hem zaten 1997’den bu yana o köprünün altından çok su geçti. Şöyle:
***
1990’larda AB üyelik sürecinin ve 12 Eylül 1980 darbesinin rövanşını alan demokratikleşme adımlarının da tesiriyle dinî alanda sivil örgütlenmeler daha serbest hale geldi. Eski TCK 141-142 yanında TCK 163’ün de yürürlükten kaldırılması ile birlikte dinî grup ve cemaatler legaliteye de kavuştu.
Yanlış anlaşılmasın. Dinî gruplar zaten meşrû idiler. Ama kanun nazarında legal olup olmadıkları tartışılır halde idi ve o süreçte bu tartışmalar bitti. Meşrûiyetin legal zemini de netleşmiş oldu.
Ama ardından öyle bazı görsel efekt hileleri(!) yapıldı ki, memleket, 1997’de, “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat postmodern darbesi sürecine sokuldu.
Dinî cemaatlerin kanun dışı sayılması artık mümkün değildi. Bu sebeple de cephe ve taktik değiştirildi: Dinî cemaatler gözden düşürülmeye çalışıldı.
İlk yıllarda sanki bu başarılamamış gibi göründü. Zira bilhassa “o cemaat”in de olağanüstü desteği ve uluslararası lobiciliği sayesinde AKP iktidara gelmişti ve dindarlar da demokratlaşıyordu(!).
Ama çok geçmeden birileri öküzü öldürdü, ortaklığı bozdurdu ve 17-25 Aralık 2013 süreci ve ardından 15-20 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ve karşı darbe süreci ile olanlar oldu.
Sonrasında “devleti elde ettik” sanmaya devam eden AKP’ye verilen yem şuydu:
“Devlet sizde, din hizmeti yapmak için en büyük kaynağa sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakülteleri de sizde, artık sivil topluma ve din hizmetleri yapmak için cemaatlere gerek yok, öldürün ve üstünde tepinin.”
Yani birileri, hem de AKP eliyle cemaatleri zaten gömdü. Artık Fadime Şahin’lere veya Ali Kalkancı’lara gerek yok.
Bu senaryo bayat. İşte bu yüzden tutmaz.
Zaten filmin başında kurt adam çıkıyor. Devamını izlememize gerek yok.