ABD’nin eski Başkanlarından Demokrat Partili John Fitzgerald Kennedy’ye atfedilen meşhur bir söz vardır:
“Demokrasi erdemli insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede bir fazilet rejimi olabilir. Ancak ekseriyetin erdemli olmadığı ülkelerde demokrasi bir erdem rejimi değil, olsa olsa bir rüşvet rejimi olur.”
Erdem rejiminin manası şudur:
Başkalarını da düşünebilen, empati yapabilen, “kendine yapılmasını istemediği şeyi başkalarına yapma” diyebilen insanların öne çıkıp söz sahibi olduğu bir sosyal düzen ya da rejim, faziletli bir rejimdir.
Rüşvet rejiminin manası ise şudur:
“Siz bana oy verin, ben de size (yani bana oy verenlere) devlet imkânlarını sereyim.”
Bu alışverişte rey de hizmet de rüşvettir.
Bu bir tuzaktır. Kuranı kapar. Ava giden avlanır. Tava giren tavlanır.
Kennedy, henüz genç bir senatör iken 1956 senesinde yazdığı ve aynı yıllarda Türkçeye çevrilip önce “Fazilet Mücadelesi” adıyla ve sonraları da “Cesaret ve Fazilet Mücadelesi” adıyla yayınlanan “Profiles In Courage (Cesaret Profilleri)” isimli kitabında, ABD’de erdemli cesaretin örnekliğini yapmış siyasi şahsiyetleri ele alır.
O örneklerden de biliriz ki erdemli insanların cesur olması ve siyasette öne çıkması şarttır. Zaten erdemli insanlar “bana ne” demez.
Yalnız, “siyasette öne çıkmak”tan kasıt, sadece, “bir partiye üye olmak” ya da “aday olmak” değildir. Parti siyasetinin dışında kalarak siyasete ve siyasetçiye yön ve fikir vermek de kıymetli ve lüzumlu ve hatta çok daha ehemmiyetlidir. İstikrarlı ve istikametli gazetelerin yaptığı budur.
Erdemliler “bana ne” derse bencillerin öne çıkması engellenemez.
Bencil ve egoist insanlar ise siyasette güç elde ettiklerinde daima bizzat kendisinin ya da kendisinden olanların menfaatini düşünür.
Böyle insanlar devlet gücünü ele geçirdiğinde ise devletin itibarını yerle bir eder ve kamu düzenini de kamu kaynaklarını da mahveder.
Bunu gören ama öncesinde “bana ne” demiş olan insanların da artık bu durumdan şikâyet etme hakkı kalmaz.
Benciller için “kendinden olanların menfaatini düşünmek” bile bir kılıftır, o tür kişiler aslında “sadece kendilerini” düşünür. Aynen, ırkçılığın narsisizmin gizlenmiş bir hali olmasındaki ve milliyetçiliğin de ırkçılığın gizlenmiş halinden ibaret olmasındaki gibi.
“Ben filanca adayı destekleyeyim ki o da -hak etmediğim halde- bizim evin yolunu yapsın” demekle “biz onu destekleyelim ki bizim mahallenin yolunu öncelikle yapsın” demek arasında esaslı bir fark yoktur. Burada “biz” aslında “ben”lerin kılıfıdır.
Bunları neden anlattık?
Bugünlerde herkes, kısmen de haklı olarak hem iktidardan ve hem de muhalefetten şikâyet ediyor.
Acaba asıl şikâyet edilmesi gereken şey nedir?
Yukarıdaki açıklamalarımız da gösteriyor ki asıl mesele “insan kalitesi”dir, ailede başlayıp doktoraya kadar giden süreçteki eğitimdir. Ahlak ve fazilet eğitimidir.
Aksi halde benokrasiden demokrasiye geçmeyi başaramayız.