"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Şerîat-ı İslâmiye - 1

Abdülbakî ÇİMİÇ
12 Kasım 2018, Pazartesi
Şerîat, şereâ kökünden gelir, kànûn yani hüküm koyan mânâsındadır.

Şâri-i hakikî (hakikî kànûn koyucu) Allah’tır. Bediüzzaman Hazretleri’ne göre şerîatın yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibâdet, âhiret ve fazîlete aittir. Yüzde bir nispetinde siyâsete mütealliktir. Siyâsete müteallik kısmını ise idareciler düşünmelidir. Ayrıca Bediüzzaman’ın şerîat tarifi “efrâdını câmi, ağyârını mâni”1 çok şümullü ve kapsayıcıdır. Klâsik ve slogancı bir tarif değildir.

Bediüzzaman Hazretleri her meselenin iki cihetini nazara sunar. Aklî, ilmî ve dinî yönden tariflerini yapar. Şerîat meselesi de böyledir. O’nun ifadesiyle “Şerîat ikidir.”

Birincisi: Âlem-i asgar (küçük âlem) olan insanın efal (fiil) ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelâmdan gelen bildiğimiz şerîattır.

İkincisi: İnsan-ı ekber (büyük insan) olan âlemin harekât ve sekenâtını (sakinliğini, durgun hâlini) tanzim eden ve sıfat-ı irâdeden gelen şerîat-ı kübra-yı fıtrîyedir (yaratılışta kurulan İlâhî büyük şerîat; kâinattaki kànûnlar) ki, bazen yanlış olarak "tabiat" tesmiye edilir (isimlendirilir). 2 Başka bir tarif ile “O Zât-ı Zülcelâl'in iki vasf-ı kemâlden iki Şer'î tecelli; vasf-ı irâdeden gelen meşîetle takdirdir, O da şer'-i tekvini (şerîat-ı kübra-yı fıtriye)... Vasf-ı Kelâm'dan gelen şerîat-ı meşhure (dinî şerîat). Teşriî evâmire (dinî emirlere) kaşı itâat, isyan nasıl olur. Öyle de tekvinî evâmire (kevnî emirlere, yaratılış kànûnlarına) itâat ve isyan olur. Birincisi (dinî şerîat) galiben dâr-ı uhrâda (ahirette) görür, mücâzâtı, sevabı. İkincisi ağleben (genellikle) dâr-ı dünyada çeker, mükâfat ve ikâbı.” 3

Görüldüğü gibi Bediüzzaman Hazretleri şerîatı ikiye ayırır: Birisi Allah’ın kelâm sıfatından gelen vahiy ve Peygamberimize (asm) gönderilen dinî şerîattır; diğeri irâde ve kudret sıfatından gelen şerîat-ı kübra-yı fıtrîyedir ki buna tekvini şerîatta denir. Bu şerîat, kâinattaki kànûn ve kurallardır ki bazıları buna yanlış olarak tabiat kànûnları derler. Dinî şerîata itâat ve isyanın neticesi galiben ahirette verilir; tekvini emirlere uymayanlar ise genellikle dünyada çeker mükafât ve cezasını. 

”Meselâ: Nasıl sabrın mükâfatı zaferdir; atâletin (tembelliğin) mücâzatı (cezası) sefâlet. Öyle de, sa'yin (çalışmanın) sevabı olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat. Zehirin ikabı (cezası) bir maraz, panzehirin sevabı bir sıhhattır.” 4

Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Beşerin asarı (eserleri) ve kànûnları beşer gibi ihtiyar oluyor, tebdil ediliyor (değiştiriliyor). Fakat Kur’ân’ın hükümleri ve kànûnları o kadar sabit ve rasihtir (kuvvetli ve köklüdür) ki, asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor.” 5 Binaenaleyh, şerîat ile devlet nizamı, mâkul ve itibarî emirlerden oldukları gibi, tabiat dahi itibârî bir emir olup, hilkatte, yani yaratılışta câri olan âdetullahtan ibarettir. 6 Öyleyse "Şerîat, doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında, hitab-ı İlâhînin neticesidir." 7 Neticede “Şerîat-ı garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir.”8

Şerîat-ı İslâmîye, kâmil mânâda bu ahirzaman asrının helâket ve felâketinde, öncelikle kalblerin tedavi etmesiyle tekmil edilir. Çünkü “Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imânın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imânlar kurtulsun.” 9 Risâle-i Nur’da buna "imân, hayat ve şerîat" formülü ile işaret edilmiştir. Daha doğrusu "imân, hayat ve şerîat" daireleri câri olan âdetullaha tabidir. Fıtrî bir tekâmülün neticesinde tatbik edilebilir. Bu fıtrî ahvale uyulmaması aksiyle cezayı celbeder. Onun için de geniş daireden önce, imân ve hayat dairelerini öncelemek ve kalblerde imân-ı tahkikiyi yerleştirmek en büyük vazifedir. "Şerîat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler.” 10 hakîkati bu fıtrî ahvale bakar.

Sosyal hayatta bir işte muvaffak olmak isteyen adam Allah’ın kâinata koymuş olduğu fıtrî şerîat olan yaratılış kànûnlarına veya sünnetullah da dediğimiz kevnî şerîata uygun hareket etmelidir. Sosyal hayatın heyetlerinin bağlarına dikkat etmesi gerekir. Fıtrat kànûnlarını tanıyarak onlara uygun hareket edilmelidir. Aksi bir durumda yaratılış kânûnları olan fıtrat, muvaffakiyetsizlikle cevap verecektir. Öyleyse içtimâî hayata âit heyette, umûmî cereyana yâ’ni yaratılış kànûnlarına zıt hareket etmemek lâzımdır. Muhâlefet edildiği takdirde dolabın üstünden düşer, altında kalır ve ezilir. Fıtrata karşı mücadele edilmez. Çünkü fıtrat fıtrî olmayan fiilleri reddeder.

Peygamber Efendimiz’in (asm) getirdiği şerîatın hakîkatleri ve prensipleri fıtratın yaratılış kànûnları ile dengeyi korumuştur. Dînî ve kevnî şerîata birlikte uyulmalıdır ki sâadet-i dareyn olsun. Fıtrî şerîat atlandığı için aksiyle ceza görülür. Bu noktaya “Bâzan iki şerîat evâmiri, bir şeyde beraber müctemî'dir. Her birine bir cihet... Demek tekvinî emre itâat ki bir haktır. İtâat galib olur, o emrin isyanına ki bir tavr-ı bâtıldır. Bir bâtıla vesile olmuş olursa bir hak, vaktâki galib olsa. Bir bâtıla ki, olmuş o da vesile-i hak. Bilvasıta bir hakkın bir bâtıla mağlûbdur. Fakat bizzât değildir.” 11 şeklinde işaret edilmiştir.

Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın getirdiği şerîatın hakâiki sosyal hayatın rabıtalarını, bağlarının ve lüzûmlu münâsebetlerini bozmamıştır. O rabıtaların müsbet esaslarını kabûl etmiş, bozuk kısımlarını ise tashih etmiştir. Böylece o şerîatın hakâiki, zaman uzadıkça aralarında yakınlık peyda etmiştir. İslâmiyet insanlık için fıtrî bir dindir. Çünkü insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verir. Onun için içtimâî hayatı sarsıntılardan koruyan yegâne bir âmil ve sebep İslâmiyet’tir. İnsanlık Kur'ân'ın bütün asırları kuşatan adâlet ve hakkaniyet düsturlarına muhtaçtır. Ancak bu düsturlara uyarak sulh-u umûmîyi yaşayabilir. Beşerin kànûnlarının dayanak noktası Kur'ân'dan olmalıdır. Yoksa sefih medeniyet insanlığı nefs-i emmaresi altında ezecek ve keşmekeşlik devam edecek demektir. Kur’ân umûmun selâmeti namına adâleti emretmiştir.

Okunma Sayısı: 3421
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • ibrahim tazeoğlu

    21.11.2019 17:42:50

    selamunaleyküm ben yorum değilde sual derdindeyim şeriatın %99 ve %1 i bahsi hangi risalede ve hangi sayfada geçiyor?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı