Tarih olayları ibret alınsın diye anlatılır.
Ölmüş gitmiş şahısların dedikodusunu yapmak için değil tabiî ki. İşte size bugün ibretli bir olayın İstanbul’un değerli ve güzel bir abidesini neden gölgede bıraktığını anlatan bir hikâye... Hesabı mahşere, ibreti ise bu âlemdeki fanilere mirastır.
Cami yaptırmak kolay, hatta Mimar Sinan’a bile yaptırırsın. Evliya Çelebi, İstanbul içindeki en nurlu yani aydınlık cami olarak vasfeder mimarî özelliklerini metheder.
Lâkin ma’şeri vicdan reddeder.
Cami yaparsın, cemaati ‘cem’ edemezsin. Eyüp Sultan’ın yanıbaşında olsan da.
Zal Mahmut Paşa, Kanunî dönemi vezirlerinden 2. Selim döneminde kızı Şah Sultan’la evlenerek damad-ı şehriyarî ünvanını da almış. Hatta hanımı ile aynı gün vefat etmiş, bu camide defnedilmiş...

Enderun’dan yetişme başarılı devlet adamı. Lâkin Şehzade Mustafa katlinde görev almış.
Hatta çadırda cellâtların kement atmasına yardım etmiş. Yeni padişah, abisinin ölüp kendine taht yolu açılmasında parmağı olan bu zatı ikbale boğsa da, halk yaptırdığı camiye tam 5 sene uğramamış... Ve şimdi de bu hikâye bilinmese de hemen hemen aynı durumda...
Hasılı; yakarsan canı, yaptırsan da cami, bulunmaz cemaati.
Belki bu işte kendisi de aciz bir görevli.
Lâkin Şehzade Mustafa’nın ahı
bu caminin banisinden ötürü münzevî bırakmış bu güzel mabedi...
Taşlıcalı Yahya Bey, Şehzade Mustafa Mersiyesinde Zal Mahmut Paşa’nın olaya dahlini şu şekilde zikretmiş:
“Getürdi arkasını yire Zâl-i devr ü zemân. Vücûdına sitem-i Rüstem ile irdi ziyân.”
Zamanın Zal’i [şehzadenin] arkasını yere getirdi, vücuduna Rüstem’in zulmü ile zarar geldi.