Bazı değerlerin zaman aşımı yoktur. Gelin görün ki değer kazanmak uğruna aşındıran yine insandır.
Zaman değişir, insan da zamanla değişir ama bu kemaliyete uygun bir değişim olursa gelişimdir, kişiyi değerli kılar.
Eskilerin ‘kırkından sonra değişeni teneşir paklar’ demesi, çıktığı kabuğu beğenmeyen kestane misali, aslını inkâr edenler gibi hallere girenler içindir.
Değişime ayak uyduran da çoktur, değişiklikten rahatsız olan da... Her ikisi de kabul edilebilir. Fakat öz değişmez, kabuk değişir nihayetinde. “İnsan 7’sinde ne ise 70’inde odur” sözü, hiç yabana atılmamalı.
Baş döndürücü hızla değişen dünyada, değişmeden, bozulmadan kalmak büyük bir fazilettir.
Ahlâkî değerleri aşındırmamayı prensip edinmek, dünya değişse de dünyalara değişilmeyecek bir erdem.
Mahcubiyet yerini mağrurluğa, enaniyet özsaygı kılıfına, patavatsızlık savunmasını dobralığa, şımarıklık kendini doğru ifade etme safsatasına...
Kendini beğenmişlik güya vizyonerliğe, gösteriş budalalığı sonradan görmeliğe,
Kibirlilik, kariyer, gerekliliğinden ötürü savunmasına, estetik kaygılar yapay, suni, bayağı bir görüntüye evriliyorsa...
Söz başka, icraat başka ve herkes bir değişik olmuşsa...
Buna değişim değil, dejenere olmak denir.
Bilmem ki ben mi değişik düşünüyorum.
Bir Mecelle kuralı der ki: “Tebeddül-i esma ile hakaik tebeddül etmez.”
Ziya Paşa’nın;
”Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma,
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir.”
yergisine uğrayan bir değişme iddiası mı?
Ya da elmas çamura düşse yine elmastır, övgüsüne mazhar bir değişmemek hali mi?
Ya da fotoğraftaki gibi yabancı bir çiçek topluluğunda değişmeden vakur bir eda ile âleme nazar etmek mi değerli?
Takdir sizin efendim...