Rafet Özcan: “Risale-i Nur’da geçen, ihtiyar hoca ve Mekke’deki kambur kimdir? Birer şahıs mıdır, şahs-ı manevî midir?”
Bir İtiraz Geldiğinde
Bediüzzaman Kastamonu’da iken, zındıka komitesi bazı hocaları Risale-i Nur’un aleyhinde kullandılar. Bu hocalardan birisi “İstanbul’daki ihtiyar hocadır.”
Bu hazret Risale-i Nur aleyhinde bulunarak yirmi sene Risale-i Nur’u İstanbul’a sokmamış, Risale-i Nur hizmetinin İstanbul’da gecikmesine yol açmıştır.
Söz konusu hocanın itirazına karşı Eski Fetva Emini Ali Rıza Efendi cevap veriyor. 1 Risale-i Nur’un hakkaniyetini tasdik eden bir mektup yayınlıyor.
Bediüzzaman da yayınladığı mektupta, bazı manevî sırları faş ediyor. Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin ferid makamında bulunduğunu, hususî bir memleketin kutbu değil, Hicaz’da bulunan Kutb-u Azam’ın da tasarrufundan hariç olduğunu, onun hükmü altına girmediğini, “her zamanda bulunan iki imam gibi onu tanımaya mecbur olmadığını” ifade ediyor.
Bediüzzaman bu sırra binaen, değil bazı ulemaü’s-sû’ olan hocalardan, Mekke’de bulunan kutb-u azamdan da bir itiraz gelse, Risale-i Nur şakirtlerinin vazifesinin, sarsılmayıp, bu itirazı iltifat ve selâm sayarak, teveccühünü kazanmak için itiraz noktalarını izah edip, ellerini öpmek olduğunu hatırlatıyor. 2
İhtiyar Hocalar Bitmiyor
Burada ihtiyar hocanın kim olduğundan ziyade, hadisenin üzerinde durmak ve Üstad Hazretleri’nin şiddetle tavsiye ettiği nezaket ve müsbet hareket prensibini kavramaya çalışmak daha sağlıklı olacaktır.
Çünkü Risale-i Nur’a itiraz eden, ehl-i zındıkanın kullandığı ihtiyar hocalar bitmiyor. Kıyamete kadar da bitmeyecektir. Vazifemiz, onlarla kavga yapmak değil, ne kadar kışkırtıcı bir dil kullanırsa kullansınlar, bıkmadan iletişim köprüleri kurarak itiraz noktaları hususunda onları nezaket içinde bilgilendirmektir.
Mektuplarda geçen “iki imam”, “her memleketin kutbu”, “Hicazdaki kutb-u azam”, “kambur” gibi tabirlerin nesnel özellikleri yerine, bu tabirlerin şahs-ı manevisi üzerinde durmak daha yerinde olacaktır: Her memlekette kutupların tasarrufları vardır. Risale-i Nur, Hicaz’daki zevat-ı muhterem de dâhil olmak üzere hiçbirisinin tasarrufunda değildir, müstakil bir hizmet tarzı ortaya koymuştur.
Bu hizmet tarzına ve Risale-i Nur’un görüşlerine itirazlar gelebilir. Çünkü Risale-i Nur müstakil prensipler va’z ettiğinden, geleneksel ve klâsik görüşe sahip veliler ve hocalar Risale-i Nur’u anlamakta zorluk çekebilirler. Böyle bir durumda, onları yargılamadan, sabırla itirazlarına cevap vermeli, Risale-i Nur’un haklılığı anlatılmadır.
Bu zor değildir. Çünkü Risale-i Nur’un haklılığı bir iki cümlelik iletişimle bile aktarılabilir cinstendir ve nettir.
Hicaz’daki Kutb-u Azam
Üstad Hazretleri’nin Hicaz’daki kutb-u azama neden “kambur” dediğini bilmiyoruz. Bu ya bu kutb-u azamın cismanî gılafını tarif ediyor, ya da manevî bir halden kinaye olabilir.
Kastamonu şahitlerinden Çaycı Emin Çayırlı anlatıyor: “Bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken: ‘Kambur, ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’ diye birisine hitap ediyordu.”
“Odasında benimle kendisinden başka kimse yoktu. Benim merakımı görünce, meseleyi şu şekilde izah etti: “Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum. Baktım o günlerde bir İslâm düşmanı, ıslahı gayr-i kabil... Arefeye bir kaç gün vardı. Ben bedduâ ettim. Benim bedduâma karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-u A’zam ise, onun ıslahı için duâ ediyorlardı. Benim bedduâm ferdî kaldığı için iade edildi. Aradan uzun seneler geçti. Baktım, bu sene, bana nihayet hak verdiler. Ben hâlbuki bunun ıslahının gayr-i kabil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar bedduâ etmeye. Benim konuştuğum Kutb-u A’zam’dır; Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicaz’la birlikte bedduâ etmeye başladı. Bana hak verdi. Ben de ona hitap ettim.’ 3
DUÂ
Allah’ım! Aklımı ilimle meşbu kıl! İlmimi amel ile mahfuz kıl! Amelimi ihlâs ile tahkim eyle! İhlâsımı ucb ile, riya ile berhava eyleme! Âmin.
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 508. 2- Kastamonu Lâhikası, s. 204. 3- Emin ÇAYIRLI (Çaycı Emin Bey)’in Hatıraları, Son Şahitler, II/99.