Uğur rumuzlu okuyucumuz: “Kalbim iman etmeyi reddediyor gibi bazen öyle bir sıkışıyor ki dünya başıma dar geliyor. Kalbimin mühürlendiğini düşünüyorum. Düşündüm ve ‘hatalı olan benim’ dedim. Şu an beş vakit namaza başladım ve sürekli tövbe ediyorum. Tavsiye edebileceğiniz bir zikir ya da başka bir şey var mı?”
Dünya Savaşından Önemlidir
Kendi kendinizle mücadeleniz sizin için dünya savaşından önemlidir, cihadın büyüğüdür. Peygamber Efendimiz’in (asm), “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” 1 dediği cihad, işte böyle bir savaştır. Kişinin kendi nefsiyle savaşıdır.
Savaşın zoru budur. Çünkü nefis kendi hatasını görmez ve kusurunu kabul etmez. Herkesi hatalı görür, kendini ise hatasız kabul eder ve kendini avukat gibi savunur. 2 Nefsin en tehlikeli hali budur. Çünkü irşadı kabul etmiyor. Kendi yolunu doğru görüyor.
Eğer nefis bu vartada değilse ve kendi hatasını görüyorsa işi kolaydır. Çünkü tedaviyi kabul ediyor. Yapılacak iş: Hatasının üzerine gidecek, şeytanın şerrinden Allah’a sığınacak, tövbesini tamamlayacak yollara girmekten sakınmayacak.
Tabi ki bu da kolay değildir. Şeytan ona göre bir şer üretecektir. Ama sabırla yürürse inşallah, şeytanın da hakkından gelecektir.
Şeytanın Bir Telkini
Siz kalbinizin mühürlü olduğundan da korkuyorsunuz. Ama hayır; böyle bir zanna kapılarak ne kendinize, ne kaderinize yazık etmeyiniz. Kişi kalbinin mühürlü olduğunu kendisi bilemez. Kişiye düşen tövbe etmektir. Bunun için ‘kalbim mühürlü mü?’ diye merak etmeye gerek yoktur. Ki bu da şeytanın bir telkinidir.
Mücahedenin şiddeti kalbin mühürlü olduğundan değil, kalbin hidayete koşmak istediğinden, vicdanın bulunduğu faciadan kurtulmak istediğinden, ruhun kurtuluşa ramak kala canını dişine taktığındandır.
Öncelikle kalbiniz mühürlü olsa siz bunları düşünemezsiniz. Çünkü mühürlü kalp bunları düşünmeye engeldir. Kendini en doğru, başka herkesi en yanlış yolda görür.
Adam yüz kişiyi de öldürmüş olabilir. Bu evet tam bir faciadır. Böyle bir kalbe dünya dar gelir. Az bir itelemekle “batmışım zaten” diyerek kendini öldürecek noktadadır.
Böyle adamın tövbe imkânı var mıdır? Elbette vardır. Böyle adamın tövbe imkânının olması demek, öldürülen yüz kişinin hukuku zayi olacak demek değildir. Allah Adl’dir. Hem öldüren kişinin tövbesini kabul eder, hem yüz kişiye, öldürülmüş olmanın mükâfatı da dâhil, ummadığı şekilde rahmet eder.
Doksan dokuz kişi öldürmüş, ama kalbi tam bir facia yaşayan bir adamın tövbesini Resulullah Efendimiz (asm) zikrediyor. 3 Sayıdaki açık ara mesafeyi görüp mübalâğa zannetmeyiniz. Hadis sahihtir. Adam bir rahibe gidiyor ve “batmışım ben! Tövbe imkânım var mı ağam?” diyor. Rahip ona tövbe yolu göstereceğine, suçlamaya kalkıyor. Adam rahibi de öldürüyor ve yüze tamamlıyor. Ama yine tövbe yolu aramaya koyuluyor.
Korkmayın, Yılmayın!
Bir âlime gidiyor.
Âlim ona: “Tövbe yolun var. Ama sen buralarda o yolu bulamazsın! Sen buradan çık ve şu ibadet eden insanların diyarına git!” diyor.
Âlimin bu tavsiyesi önemlidir. Çünkü insan kendi hatasını görse de, kendi kendine tövbe yolunu göremeyebilir. Görse de tövbeye güç yetiremeyebilir. Bu adamın kendini günaha sürükleyen çevreyi terk etmesi ve kendini ibadet edenlerin içine atması bu açıdan önemlidir.
Bediüzzaman’ın “şahs-ı manevinin üstadlığı” 4 mefhumunda saklı bulunan rahmet böyle bir şey olsa gerektir. Kendini böyle bir şahs-ı maneviye mal eden kurtulur. Şahs-ı manevî bir zırhtır ve insanı batıl yollardan korur.
Adam böyle bir şahs-ı maneviye doğru giderken, yolda eceli geliyor. Adamın ruhunu rahmet melekleri kabz ediyor.
Korkmayın. Yılmayın. Üzerine gidin! Ama kendi başınıza kalmayın. Kendinizi bir şahs-ı maneviye dâhil kılın! Orada tövbenizi ikmal edin inşallah.
Dipnotlar:
1- Süyûtî, II, 73. 2- Lem’alar, s. 172. 3- Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tövbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621). 4- Kastamonu Lâhikası, s. 39, 93.