Malatya Erkenek’ten Sezai Kınacı: “Mustafa İslamoğlu Abese Suresinin tefsirinde Peygamber Efendimiz’e (asm) ‘kibirli adam’ demiş midir? Bu işin aslı nedir?”
Ekrem Özden, Yasin Kuvvetli: “Mustafa İslamoğlu bir televizyon programında Bedîüzzaman ismini eleştirmiş ve Üstadın Risalelerin arştan geldiğini söylediğini iddia ederek, nurculuğun ileride bir batıl mezhebe dönüşeceğini savunmuş. Buna ne söylenebilir?”
FÎHİ NAZARUN
İslamoğlu’nun bahsedilen bu görüşlerine katılmam elbette mümkün değildir. Bunlar İslamoğlu’nun şahsî görüşleridir.
Peygamber Efendimiz’e (asm) kibirli adam dediği yolundaki dedikodulara kendisi cevap veriyor. Abese suresinin ilk üç âyetinin Velid bin Muğîre’nin kibrini tarif ettiğini, Resulullah’ı (asm) tarif etmediğini, kendisinin bunu demek istediğini, kitabının dipnotunda bunu açıkladığını söylüyor.
Bu kanaat, diğer hemen bütün tefsirlerin aksine de olsa, bir görüştür, kişiyi dalâlete atmaz.
Buna fîhi nazarun (bu ona ait bir görüştür) demek daha doğru olur.
HAKKIN HATIRINI KETMETMİŞSİNİZ
İslamoğlu’nun Mevlâna ismi, Bediüzzaman ismi, Risale-i Nur’un kaynağı ve nurcuların geleceği hakkındaki görüşleri ise kendisini rehin eden görüşlerdir.
Bu görüşlere fîhi nazarun denmez. Burada idlal var, hakkın ketmi var, haddi aşmışlık var. İslamoğlu, Mevlana’nın, Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur’un ve Nurcuların hakkını ketmetmiştir.
Mevlana’yı ve Bediüzzaman’ı unvan üzerinden vurmayı bir hoca için talihsizlik sayıyorum. Nitekim bu zevat-ı kiram bu unvanları kendi kendilerine vermiş değillerdir. Bu unvanlar, ilgili asırların ma’şerî vicdanının ve ulema sınıfının onlara verdiği unvanlardır. Kaldı ki Allah’ın uluhiyet manası taşımayan isimlerinin (Ali, Veli, Kadir… gibi) insana verilmesinin caiz olduğunu kendisi de -her halde- biliyordur.
Sayın hocam! Mevlana’yı ve Bediüzzaman’ı vuracaksan ciltler dolusu eserleri meydandadır. Al, Kur’ân’a vur, mihenge vur ve bir şey söyleyeceksen o zaman söyle. Öyle kıyıdan köşeden bir cümleyi yarım yamalak cımbızlayıp bu zevat-ı kirama boca etme, çamur atma. Bu senin ilmî kisvene, hocalık sıfatına ve hakkı teslim eder üslubuna yakışmıyor.
NURCULARDAN HELALLİK İSTEYİN
Bediüzzaman “Risale-i Nur’lar arştan geldi diyor” demişsiniz muhterem hocam. Nerede diyor Allah aşkına? Teessüf ediyoruz. Bu eksik bilgileri aldığınız cümleleri bir daha, ama tamamını, siyak ve sibakı ile birlikte mütalaa etmeye davet ediyoruz. Keza nurculuğun ileride batıl bir mezhebe dönüşeceği kehanetinde bulunmuşunuz. Ve Bahailik gibi batıl cereyanlara benzetivermişsiniz. Lütfen insafınızı başınıza geçirin ve kılıcınızı kınına sokun.
Bu Nurcular yetmiş seksen seneden beri bu memleketin gerçeğidirler. Kur’ân’ı ve Resulullah’ı (asm) hikmetle nasıl anlatabiliriz derdindedirler. Risale-i Nur’u Kur’ân’a –hâşâ- gölge değil, ayna bilirler. Risale-i Nur’dan bunu öğrenmişlerdir. Böyle amel ederler ve böyle tebliğ ederler.
Şirke öylesine düşmandırlar ki, şirk kokusu gelmesin diye bir liderleri yoktur, şeyhlik vesayeti ile çalışmıyorlar; şahs-ı manevî ve meşveret sistemi ile hizmet ediyorlar. Şahıs vesayetinin öylesine dışındadırlar ki, hâlâ Üstadlarının mezarını bile bilmiyorlar ve merak da etmiyorlar!
Bu nezih camiayı siz, Bahailik gibi liderini peygamber sayıp şirke saplanmış sapık cereyanlara benzetmişsiniz.
Bence siz vakitlice tövbe edin ve Nurculardan helallik isteyin.
ÜSTADIMIZ UYARIYOR
Üstadımız bu muarazaları o günden görmüş ve talebelerine şöyle hareket tarzı öğretmiştir:
“İleride, meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur’a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.”1
1- Kastamonu Lahikası, s. 151