“Yalan söyledikleri zaman fitneyi ika ediyorlar. Fitneyi ika ettikleri zaman ifsat ediyorlar. Nasihat edildikleri vakit kabul etmiyorlar. Fesat yapmayın denildiği zaman, ’Biz ancak ıslaha çalışıyoruz’ diyorlar.”
Bir âyeti tefsir sadedinde Bediüzzaman’ın İşarat-ül İ’caz tefsirine aldığı şu cümleler, bu günkü konumuzda elimizden tutacaklar.
Her batılda, bir hakikat noktası olduğunu biliyoruz. Veya cehaletlerinden batılı başlarına geçirenlerin, onu hakk adına yaptıkları da bir gerçektir. Bütün sapık ve batıl mezheplerin, sapıklıklarını bir doğru temelle ilişkilendiğini de duymuşuz. Fransız İhtilâlinin önünü açtığı “köyden şehire” göç, fabrikalarda karın tokluğuna sömürülme ve sermayenin fukara üzerindeki baskıları olmasaydı, Karl Marx “çatışma teorisini” inşaa edebilir miydi? Her şeyi Yaratan, kadın ile erkeği “eş olarak” birbirini tamamlamak üzere yarattığını, imtihan için bu dünyaya gönderilen insanların buradan da sorgulanacaklarını, kadının mahiyetini, erkeğin kadına davranış biçimini eline verdiği kitabına yazdığı halde, Yaratıcı ile savaşa tutuşmuş “materyalist felsefe” eşyayı, yaratılışı ve olayları kendi kafasına göre yorumlamaya çalışıyor. Temeli “sınıf, ırk, inanç ve cinsiyet” çatışmalarına dayanacak biçimde düşüncelerini sistemleştirenlerin; ilimden, insanlıktan, barıştan, tabiattan ve adaletten ne denli uzak hareket ettiklerini, yine bilimsel çalışma ve tartışmalarla bulacağız.
1999’da Amsterdam’daki sosyalistlerin pratiğe başladıkları “Gender Mainstream” olayını bundan böyle çokça duyacağız. Türkçemize tercümesi her ne kadar zor olsa da, toplumda cinsiyeti birlemek manasında kullanacağımız bu tabiri, meşhur üniversitelerimiz, İLO, BM’nin bu safsataya alet olan organları “Toplumsal Cinsiyet” olarak tercüme etmişler. İlim, hukuk, adalet, siyaset ve kadınlar adına bu maskaralığı “bilimsel mahfillere” safsatalarla getirenlerin maksatlarını, neoliberallerin çeşitli fonlara sararak gönderdiği paralarla ortaya çıkan icraatlardan anlıyoruz. Tıpkı, sabırla ağacın meyvesini beklediğimiz gibi, bu zakkumun da (ifsad ağacının) meyvelerini insanlık gördükten sonra, mahiyetlerini öğrenmiş olacak. Almanya sosyalist sendikalarında, (IG Metal ve VERDİ gibi) Amerika hukuk ve yargı birimlerinde, Neoconların besledikleri düşünce enstitülerinde, birçok Amerikan ve Türk üniversitelerinin sosyal laboratuvarlarında hazırlanan projenin, toplumun çekirdeğinde yeni bir çatışma ile insanlığı bütün yönleriyle sonlandırmaya yürümek olduğunu zamanla herkes duyacak ve bazılarımız göreceğiz. Anadolu’da; ayının kırk türküsü de ahlat üzerinedir, sözü meşhurdur. Neolibarellerin sivil alanda ve neoconların resmî ve askerî boyutlarda kullanmak istedikleri bu projenin temelde; “sosyalistliğin eşitlik ilkesini yeni bir alanda uygulamadan” başka bir şey olmadığını peşinen belirtelim. Yaratılışta, sosyal hayatta ve yaratılanlar arasındaki genel irtibatlarda “eşitlikten“ bahsetmenin ilim ve mantıkla nasıl çatıştığını anlamak isteyenler, Bediüzzaman’ın Lem’alar eserinden 22. Lem’a’yı dikkatlice okuyabilirler. İnsanların adaleti bulmak üzere esas alınan “hukuktaki eşitliği” genelleştirmenin, Marksizmin en büyük safsatası olduğu da aşikârdır. Zira çatışmanın bir tarafında erkekler, diğer tarafında kadınlar… Ve birbirileriyle mücadele edecekler. Tıpkı aynı vücudu meydana getiren organların çatışması. Veya hücre içindeki bozulmadan dolayı, buradaki unsurların hücrenin ölümü pahasına vuruşması gibi… Netice insanı, hücrenin ölümüyle veya organların çatışmasıyla bitirmek istedikleri gibi, “feminizm” maskesi altında kadının yaratılışına, sosyal hayattaki rolüne, toplumsal varlığımızın çekirdeği aileye ve onun üzerinden temel ahlâkî prensiplere müdahale ile insanlığı bitirme hareketinin yeni ismi “Gender Mainstream” olmuş. Elektronik medyada hakkında binlerce sayfa malûmat bulunan bir konuyu burada izah etmemize gerek olmamalı. Yalnız, insaniyet, İslâmiyet, barış ve demokrasi karşıtı cereyanların “bilimsel buluşları” insanlığın aleyhinde kullanmakta olduğunu biliyorsunuz. İnsanlığın hizmetine sunularak büyük faydalar getirecek ”atom üzerindeki çalışmaların” söz konusu cereyanlarla Japonya’da felâkete dönüştürülmesi hadisesi, maalesef komünikasyon devriminde, gen teknolojisinin istismarı hususunda, NLP ile toplumu yozlaştırma projesinde ve nihayet insanlığın dertlerine derman aranılması gereken laboratuvarlarda kazara da olsa üretilen CORONA belâsına kadar, onlarca örneklerle, insaniyet karşıtı tahripkâr cereyanların icraatlarını sayabiliriz. Bunlara inanmayıp yazılan çizilene komplo teorisi diyenleri, boynu kasabın elindeki koyunlara benzetmemiz güzel olacak.
Okuyucularımız yorumlarıyla bize çok yardımcı oluyorlar. Şikâyetlerini de biliyoruz. Gel gör ki dünya küçüldü. Cep telefonlarımızdaki imkânla Amerika, Avrupa ve diğer ülkelerdeki zındıkanın taarruzları altındayız. Siyasetimiz ise, sam rüzgârına tutulmuş cılız dallarca titriyor. Yani Avrupa üflüyor, İslâm ülkelerinin kamuoyu oynuyorsa, yazdıklarımıza kulak vermeye mecbursunuz. Ahir zamanın tahripkâr cereyanlarına Kur’ân ile karşılık vermek iddiasındakilerin bundan başka çaresi yok, kanaatindeyiz.
İnşaallah devam ettireceğimiz bu konuyu, bugünlük olarak Amerika’da feminizmi ayağa kaldıran birisinin hikâyesiyle bitirelim:
Yahudi asıllı ve Amerikan Yüksek mahkemesinin önemli bir hâkimesi, bildiğiniz üzere bir süre önce öldü. Gazeteduvar’dan Balkan Talu imzalı şahsın efsaneleştirdiği bu bayanın ismi Ruth Bader Ginsburg… Bu bayan hâkime hakkındaki ansiklopedik bilgileri merak edenler, medyaya bakabilirler. Fakat önemli olan nokta, bu kızcağızın (1933 doğumlu. 1948’den itibaren.) elinden tutarak Harvard sıralarından ta Amerikan Yüksek Mahkemesi Supreme Court üyeliğine kadar yükselten gizli güç veya projenin farkına varmaktır. Tarihteki diğer ilginç bir nokta ise, Ginsburg’un tahribat cephesini kuvvetli tutma uğruna 87 yaşına kadar bu vazifede kalması ve son nefesini makamında vermesiydi. Feminizm projesini bize, olaylarla birlikte burada çalıştırılanların mahiyetleri de gösterecektir. Bu nokta anlaşılmadan, feminizmin mahiyeti asla anlaşılmaz. Zahiren demokrat olduğu halde, Neocon-neoliberal ittifakı lehine (George Bush) Al Gore aleyhine rey verirken bile, onu hakperest lanse edenler, Ortadoğu’da vefat eden üç milyon masumun kanlarından sorumlu olmazlar mı? Uzun ismi yerine, sadece RBG harfleriyle tanımlanan bu yargıcın Yüksek Mahkeme eliyle yaptığı tahribat proje gereği Amerika ile sınırlı kalmayıp, Avrupa’da da tesirini icra ettiğini belirtmek zorundayız. Daha önceleri Amerikalı muhafazakârların gayretiyle “eşcinsellik suç“ olarak hukukta tanımlanırken, Bayan Ginsburg’un çalışmalarıyla önce suç olmaktan çıkarılacak ve sonra da “eşcinsel evliliklerin” kapısı aralanacaktı. Buna en çok sevinenler de her sene Berlin’de bir araya gelen ve neoliberallerce masrafları karşılanan dünya LBGT mensupları olacaktı. RBG’nin misyonun Amerika hukukundaki değişikliklerle insanlığın çekirdeği aile başta olmak üzere toplumu hem çatışmaya ve hem de bozmaya yöneltecek değişiklikleri yapmaktı.Ölmesi, neoliberaller için büyük bir kayıp oldu.